Taassuplar… tabular!!!…

Taassuplar… tabular!!!…

İstisnasız her Müslüman, teoride kabul eder ki; tartışmasız tek doğru ölçü, Kur'an ve sahih sünnettir. Diğer tüm düşünce fikir ve görüşler, kimden, nasıl, niçin sadır olursa olsun mihenk taşı olamazlar. Bu fikir ve görüşler doğru olma ihtimalleri kadar yanlış ta olabilirler.

Yani İmamı A’zam Ebu Hanife, İmamı Şafii gibi müctehid imamların ictihad ve görüşlerini, Kur'an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar marduttur. İmamı Gazali, İmamı Rabbani (rh.a) gibi, seçkin imamların görüşlerini Kur'an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar marduttur.

Üstad Bediuz zaman, Süleyman Hilmi hazretleri, İmam Hasan Elbenna vb. dava adamlarının, görüş ve davranışlarını, Kur'an ve sünnet ölçüsüne vururuz, ölçüye uygun olanlar baş tacı, aykırı olanlar; ya birileri tarafında onların kitaplarına girdirilmiş, ya da onlar yanılmışlardır.

Beşer olarak tek masum sınıf, Allah (cc) ın peygamberleridir (as). Onların dışındaki; muhaddis, fakih, müfessir, evliya, ashab (rıdvanullahi aleyhim) tüm insanların söz, hareket, ictihad veya görüşleri isabetli de olabilir, hatalı da, kabul da edilebilir terk te edilebilir. Teori açısından bu konuda sorun yok. Ancak iş pratiğe geldiği zaman işte orada sorun başlıyor.

Herhangi bir guruba mensup bir insanın, yanlış bir düşünce veya hareketini eleştirdiğiniz zaman veya sizin şu hareketiniz; “şu ayete veya hadise aykırı” dediğiniz zaman “sen hocamızdan, abimizden iyi mi biliyorsun” “o ayeti, hadisi onlarda bilmiyorlarmı ki” gibi savunmalara geçiyorlarsa, bu durum, pratiğin teorinin aksine işlediğinin açık bir delilidir.

Herhangi bir tarikat mensubuna, şeyh efendi şu sözünde veya hareketinde yanlış yapmıştır dediğinizde, sadece münkir-i tarik olmakla kalmaz, neredeyse mürted kabul edilirsiniz. Bu da selefi salihinden olan tasavvuf erbabının, nefis tezkiyesi ve ruh terbiyesinin önemli bir metodu olarak geliştirdiği tarikatların, cahiller eliyle ne denli rayından saptırıldığının delilidir.

Şia, on iki imamı masum kabul eder. Bir kısmı da “velayeti fakih” düşüncesiyle, şu anki dini liderleri de masum konumunda görmektedirler. Ancak bizdeki cahil tarikat erbabı da, kendi şeyhlerini teoride masum görmese de pratikte masum kabul etmektedirler. Bunların onlarca örneğini tasavvuf kitaplarında, cahil sofilerin davranış ve sözlerinde ve şahit olduğunuz canlı örneklerde görebilirsiniz.

Risaleyi nurla ilgili birkaç eleştirel yaklaşıma, okuyucu kardeşlerimden gelen tepkilere bakılırsa, tabu ve taassubun derince bir kısmının nur şakirtlerinde olduğu anlaşılıyor. Risaleyi nur vahiymidir ki eleştirilemesin. Ayrıca eleştirmek risaleyi nuru kökten reddetmek olmadığı gibi, değerinden de bir şey eksiltmez.

Dolayısıyla risaleyi nura da vahyin ölçüsüyle yaklaşacağız. Kur'an ve sünnete muvafık olan baş tacı, ama aykırı olanı illede binbir tekellüfle savunmak sağlıklı değil. Üstad Bediuz zaman yirminci asrın müceddidlerindendir ve ümmete hazine değerinde eserler bırakmıştır. Ancak bu eselerin kısmen tahrifatına onca nur şakirtleri bizzat canlı şahitlikler yaparken neden illede savunmaya geçelim.

Eğer risaleyi nur içinde vahyin ölçülerine uymayan bölümler varsa, ya bir şekilde tahrif edilmiştir veya üstad o konuda yanlış yapmıştır vesselam. Masum peygamberlerde dahi “zelle” lerin varlığı açıkken, ısrarla müntesibi olduğumuz mürşide, rehbere, abiye masumiyet atfedercesine savunmak neden?…

Bilindiği üzere, müctehid imamlardan her biri, “bizim herhangi bir görüş veya ictihadımız, nassa/Kur'an ve sahih sünnete aykırı olursa, bizim görüşümüzü atıp duvara çalın. Bu durumda bizim görüşümüz, nass ne diyorsa odur” demiyorlar mı? Hatta değişik zamanlarda, Ashabı Kiram (ra) Resulullah (sav) ın bazı kararlarına “ya Resulullah (sav) bu vahiy midir, yoksa sizin ictihadınız mı? Diye sormuşlar, sonra da öyle değil de böyle olsa daha iyi olur dediklerinde; Resulullah (sav) ın kendi kararından vazgeçip sahabe tarafından önerileni yapmıştır.

Taassup ehlinin yaptıkları bu yersiz savunmalar, inanıyorum ki güya savundukları o Allah (cc) dostlarını memnun etmiyor. Eğer onlar dirilip aramıza gelseler ve onlara: “üstadım, şeyhim, hocam falan kitabındaki şu ifade, görüş, ictihad Kur'an veya sünnetin şu nassıyla çelişiyor, hangisine uyayım. Nassa mı, senin görüşüne mi?” diye sorma imkanımız olsa, eminim ki onlar, tartışmasız Kur'an ve sünnet diyeceklerdir. Bunun aksini iddia edecek biri olabilirmi?

Kısaca bu tassup ve tabulaştırmalarla hiç birimiz; meşrebimize, şeyhimize, hocamıza iyilik yapmış olmuyoruz. Aksine kötülük yapmış oluyoruz. Bu konudaki onlarca ayet ve hadisten sadece şu birkaç tanesini paylaşalım ve üzerinde düşünelim…
"Allah ve Rasulü, bir şey hakkında hüküm verdiği zaman herhangi bir mümin erkeğin ve mümin bir kadının kendi işlerinde başka hükmü seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Rasulü’ne isyan ederse, şüphesiz ki o açıkça sapmıştır" (Ahzab, 36)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisa 4/59)

"Sizlere iki şey bıraktım. Bu ikisine sarıldığınız müddetçe asla sapmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir." (Muvatta, Kader bab: 3.)

Not: bu tartışmalı konulara girme sevdalısı değilim. Anacak bazı nurcu kardeşlerim ısrarla bu konuya çekiyorlar. O kardeşlerime daha önce Muhammed sıddık Şeyhanzade hocaefendinin “nurculuğun tarihçesi” kitabını kaynak olarak vermiştim. Bir de internetten Abdullah Tekhafızoğlunun “risaleyi nura eleştirel bir yaklaşım” eserini indirip inceleyin dilerseniz…

Geçen haftaki yazımın başlık ve kısmen içeriğini dostça eleştiren kardeşlerime teşekkür ediyorum. Hakaretleri değil ama dostane eleştirileri değerlendiriyor ve değer veriyorum. Biz de insanız ve mukaddesata dil uzatmalar incitiyor…

Muhammed özkılınç 12/2/2010

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi