Yaşlı Avrupa 'Hasta adam' olmuş!
Meğer ABD merkezli iyileşme söylemleri, krize sebep olan sanal dünya kadar gerçeklerden uzakmış. Meğer küresel ekonomik kriz bitmemiş. Finansal kriz başka alanlara da yayılmış. İyileşme çok da gerçekçi değilmiş.
Bir zamanlar Osmanlı'yı 'hasta adam' ilan eden yaşlı Avrupa, şimdi en hasta adam konumundaymış! Adeta rüzgârda kırılacak kuru ağaç gibi duruyormuş!. Yunanistan, İspanya, Portekiz 'rakamlarla kesin iflas konumuna' gelirken, Hollanda'nın durumu da onlara yakın seyrediyormuş.
Bizi 'hasta adam' diye parçalayan Avrupa, battı batıyormuş! Şu an tek çözüm olarak Almanya'nın bu ülkelerin borçlarına garanti vermesi öne çıkıyormuş. Fakat Almanya'nın da, ekonomik toparlanmada bocaladığı, önceki yılla karşılaştırıldığında gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 2.4 gerilediği, geçen yıl genelinde ise yüzde 1.7 küçüldüğü belirtiliyormuş. Lehman Brothers tarzı iflasların Avrupa'da yaşanabileceği söyleniyormuş.
Evet, kriz tsunamisi, Amerika'dan Avrupa kıyılarını ilk kez gerçek anlamda vuruyor. Tüketim hırsının açtığı borç batağına saplanan Avrupalı ülkeler bugünlerde müflis ülkelerini kurtarma operasyonlarıyla meşgul. Şimdi herkes birbirine 'normale ne zaman dönülecek?' diye soruyor. Dönülmeyecek. Çünkü sanal zenginlik balonu patladı. Bu krizle sanal zenginlik bitti. Bir dünya düşünün ki sadece paradan para kazananların gelirleri iyi oluyor, üretenler kaybediyor. Üretenlerin gelirleri azaldıkça, tüketimleri de azalıyor ya da ABD'de olduğu gibi borçla harçla alıyorlar. Ve sonunda balon patlıyor.
Natixis'in Baş ekonomisti Patrick Artus'un ifadesiyle "Beleşçi ülkeler" şimdi milli gelirlerinin on katına varan dış borçlarla, büyük bütçe açıklarıyla, yüksek işsizlikle cebelleşiyorlar. Tabi öyle kolay değil, 50 yıldır refah içinde yüzen Avrupalı için, krizleri bağrında eritmek, kibirden uzak olmak ve yakaladığı refah düzeyinden taviz vermek.
Küresel finans krizinin kapitalizmin kalbinde açtığı 'derin yara' öylesine büyük ki, 300 milyar euroluk borcu, dev bütçe açığıyla Yunanistan, küresel finansı iliklerine kadar titretiyor. Yunanistan'ın borçlarını ödeyemeyeceğini açıklaması halinde Avrupa'da yaşanan büyük depremin şiddetini ifade etmek için uzmanlar 1998 yılında Rusya borçlarını ödemeyeceğini açıkladığı zaman yaşananları örnek olarak gösteriyorlar. 1998 yılında Rusya 51 milyar Euro olan hazine borçlarını ödemeyeceğini açıkladığı zaman tüm dünyayı ekonomik krize sürüklemişti.
Görüldüğü gibi, Euro bölgesi kurulduğu 1999 yılından bu yana ilk gerçek sınavını veriyor.
Ve halklar vergileriyle banka kurtaran devletlerini kamu parasını çarçur etmekle suçlayarak, sokaklara dökülüyor. Sona eren neo-liberal paradigmanın bayrağına vatanı İngiltere'de bile paçavra muamelesi yapılıyor.
Dengesini kaybetmiş olan ekonomiyi kurtarmak için Avrupa Birliği de muğlak ifadeler kullanıyor. Uzmanlar, böyle bir yardımlaşmanın Euro bölgesini bir arada tutabileceğini ama bedelinin birliğin zayıflaması olacağına dikkat çektiği gibi kötümser bir senaryoyu da gündeme getirerek euronun dağılmasına kadar gidebileceğini söylüyor. Çünkü sadece Almanya ve biraz da Fransa'nın kamu maliyesi itibarı, bütün bu itibarsız küçük ülkeleri taşımaya bir yerden sonra yetmez. Özellikle küçük ülkeler can acıtıcı önlemler almayı kabullenmezlerse ki işte bu hafta Portekiz bütçeden kısıntı yapmayı kabul etmedi!
Aslında bu yorumlar krizden önce de durumu vahim olduğunu, işin kontrolden çıktığını gösteriyor. Öyle ki, kamu borçlarının gayri safi milli hâsılaya oranı yüzde 70 bandından yüzde 100 bandına çıktı. Sanayi üretimindeki kayıp 2008'in son ve 2009'un ilk çeyreğinde tam yüzde 30 civarında gerçekleşti.
Şimdi Avrupa'da her kafadan bir ses çıkıyor. Birlik ve ortak payda oluşamıyor. Avrupa başsız kalan bir beden gibi kararsız ve güven vermiyor. Sanki beynini emanet ettikleri birileri varmış da o da ortalıktan kaybolmuş gibi. Tabii unutmamak gerekiyor. Dünyada bütün piyasalar bileşik kaplar usulü birbirine bağlı artık. Amerika kötüyken Avrupa iyi olamıyor. Avrupa kötüyken Türkiye iyi olamıyor. Dünyada ne yaşanıyorsa biz de yaşıyoruz ve yaşayacağız. Bu krizden bizde etkileneceğiz. Türkiye'de, ihracatının yüzde 50'den fazlasını Avrupa'ya yapıyor. Avrupa da yüzde 50'sinden fazlasını ABD'ye satıyor. ABD almazsa Avrupa, Avrupa etkilenince Türkiye etkilenir kaçınılmaz olarak. Ekonomist Ertuğ Yaşar, aynı 1997'deki Uzakdoğu krizi gibi, ABD'de yaşanan mortgage krizinden Türkiye'nin uluslararası konjonktürden payına düşeni aldığını hatırlatarak, "Bakmayın siz Tayyip Bey'in hâlâ takılmış plak gibi 'Kriz Türkiye'yi teğet geçecek demiştik; teğet geçti' sözlerine! 2002 ile 2008 arasında ortalama yüzde 7 büyüyen bir ekonomi 2009'da yüzde 6 küçülmüş ise bunun anlamı sanırız teğet geçme olmaz! Ama şimdi öyle görünüyor ki Türkiye'nin önünde bir tehlike daha var: Avrupa." diyerek gelecek tehlikeye işaret ediyor.
Amerika da büyük borç krizi yaşıyor
Şimdi Avrupa'yı tartışıyoruz ama ABD için de 2009'dan daha kötü beklentiler söz konusu. 2009'un bütçe açığı 1.4 trilyon dolar oldu. Bu, 2008'in tam dört katı. 2010 ve 2011'de bu rakamın 2.6 trilyon dolar olacağı öngörülüyor. Hem de iyileşme tahminlerine göre bir beklenti bu. Gazeteci-Yazar İbrahim Karagül, dünyanın ABD piyasasından kaçtığı bir dönemde trilyonlarca dolar açığın nasıl kapatılacağına dair endişelerin oldukça yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Yani ABD'nin durumu dünya savaşı döneminden bile kötü. Çünkü Amerikan tarihinin en büyük borç krizi yaşanıyor.
Karagül, Aralık 2009 itibariyle 27 hafta içinde 6 milyon 130 bin ABD'linin işini kaybettiğini vurgulayarak, şunları kaydediyor: "Bu rakam 2008'de iki buçuk milyon civarındaydı. 1948'den bu yana tutulan istatistiklerin en yükseği bu. Kriz sadece federal Amerika'yı değil, federasyonları da fena vuruyor. Detroit'te gerçek işsizlik oranının yüzde ellilere tırmandığı ifade ediliyor. Bunlar olurken yeni iş alanları açmaya yönelik girişimler etkisiz kalıyor. 37 milyon Amerikalı bugün gıda yardımı alıyor. Bu rakama her gün 20 bin kişi ekleniyor."
Yaşlı nüfus ihmal edilmemeli
Avrupa, bir yandan ekonomik krizle boğuşurken diğer yandan da geleceğini kurtarmak zorunda. Vahim bir demografik gerçeği ihmal etmemek zorunda. Aslında bunu ihmal etti. Doğum oranının düştüğünü, ölüm oranının tırmandığını göremedi. Yaşlandığını kabullenemedi. Göremediğinden dolayı da ciddi bir iş gücü eksikliği yaşadı. Dolayısıyla üreten nüfus azaldı, ihracat azaldı ve vergi kaybı olağanüstü rakamlara ulaştı. Sosyal güvenlik sistemi de devletlerin kaldıramayacağı devasa büyüklükte bir kara deliğe dönüştü. Avrupa'da nesil kuruyor. Bizde işletmeler bölünme ve kavga yüzünden daha birinci nesilde biter ya. Ortalama şirket ömrü beş yıldır ya. Avrupa'da bunların hemen hemen hiçbiri yok. Bu yüzden Avrupa'nın asıl korkusu şu an yaşadığı ekonomik kriz değildir. Üretime ve iş gücü eksikliğine çözüm bulamazlarsa birkaç yıl içinde Avrupa'ya büyük zarar verecek asıl kriz başlayabilir. Bu yüzden "Batı'yı gelecek korkusu sardı" diyoruz. Asıl korkulan şey bu işte. Böyle bir krizi merkez bankalarının trilyonlarca dolarını bankalara aktararak gideremezler. Bankaları kurtarsalar bile çözüm bulamazlar. İşte bunlar sadece ekonomik krizler olmadığı gibi ekonomik çözümlerle de kurtulmanın zor olduğu gelişmeler. Siyasi sistemi sarsacak bunalımlar. Batı, finansal kriz değil, bir insanlık krizine sürükleniyor. Ancak, herkes şunu da görmeli ki, güneş batıda batıyor, doğuda yükseliyor. 'Hasta adam' tekrar ayağa kalkmaya, bir mazi ölmemeye çalışıyor. Doç. Dr. İbrahim Öztürk'ün veciz ifadeleriyle: "Bir istikbal hayata doğmaya çalışıyor. Bu coğrafyada mazi ile istikbal yeniden izdivaca hazırlanıyor. Yaşadıklarımız ise doğusuyla batısıyla bu büyük doğumun sancıları. Kader bir oyunu yazmış, tiyatroyu Anadolu topraklarına kurmuş, figüranlar alanda. Seyrine doyum olmuyor."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.