İsrail tohumlarına hayır!
Gazze'ye yardım götüren gemilere yapılan kanlı saldırı bir kez daha gösterdi ki, kuruluş felsefesinde, yani hamurunda terör olan İsrail'in her alanda tecrit edilmesi farz olmuştur. İşte bu alanlardan birisi de Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren tohum meselesidir. Ki, bu öylesine önemli bir konudur ki, Mavi Marmara'da yapılan katliamları gölgeleyecek durumdadır. Çünkü İsrail'in genetik yapısıyla oynadığı hibrit tohumlarla bize ve dünyadaki çiftçilere açtığı savaş daha yok edicidir. Çünkü Siyonist şebeke bu tohumlarla dünyadaki gen çeşitliliğini yok ederek gelecek nesillere ipotek koymaktadır. Ve maalesef bugün Türkiye de, gelecek nesilleri ipotek altına alınan ülkelerden birisi olmuştur.
Yaz geldi, her yer yeşillendi, pazarlar turfanda ürünlerle cıvıl cıvıl. Ama, tezgâhlardaki o koca koca, sert, kokusuz, acayip çilekleri ve makineden çıkmış gibi hepsi bir boy domatesleri görünce, insanın aklına hemen şu soru takılmaktadır. Ne oldu da tohumlarımız değişmeye başladı? Biraz araştırınca gördük ki; bu değişim, AK Parti hükümeti döneminde yani 2006 yılında çıkarılan 'Tohum Yasası' ile başlamış! O sıralar gündem başka şeylerle meşgul edilirken, bu yasa sessiz sedasız ama jet hızıyla bir gecede meclisten geçirilmiş.Tıpkı özelleştirme haberlerinin hiç gündeme getirilmediği gibi, bu yasada medyada kendine yer bulamamış.
Yani, o günden bu yana Türkiye tek kelimeyle tohumun patronu olan İsrail'e bağımlı hale getirilmiş. Hem de ülkemiz tohum yetiştirme açısından iklim, topografya ve toprak özellikleri bakımından son derece uygun olduğu halde. Nitekim, uzmanlar Türkiye'nin iklim, topografya ve toprak özelliklerine göre altı ekolojik bölgeye sahip olduğunu belirtiyor ve her ekolojik bölgenin içerisinde de ayrıca çok sayıda mikroklima bölgesinin var olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, Türkiye'nin ekolojik açıdan sahip olduğu bu zenginliğiyle çok sayıda kültür bitkisinin gen merkezi durumunda olduğuna vurgu yapıyorlar. Bir de Türkiye'nin, tohum yetiştiriciliği için gerekli olan sıcaklık, ışıklanma süresi, ışık şiddeti, yağış ve oransal nem gibi pek çok iklim parametreleri ve böcek varlığına da sahip olduğunu dile getiriyorlar.
Peki, bu bağımlılık, yani organizasyon Türkiye'de nasıl işliyor? Yerli tohum şirketlerimiz bir bir satıldığı, ya da açık ifadeyle yok edildiği için bizzat İsrailli firmalar tarafından yönetiliyor. Bunların başında ise Hazera Tohumculuk geliyor. Tohumculuk üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya'nın verdiği bilgilere göre, Hazera Tohumculuk firması aslen İsrail kökenli. Domates tohumları üzerinde ihtisası var. Hazera İbrani dilinde tohum demekmiş. Bu Hazera şirketi 1998'de Fransız Vilmorin tohum firması ile stratejik bir ortaklık oluşturuyor. Hisselerinin yüzde 12'sini Vilmorin'e veriyor. Vilmorin de aslında piyasanın dev tohum firmalarından Groupe Limagrain'in bir parçası. Limagrain dünyanın dördüncü büyük tohum firması. Yıl 2003 olduğunda Vilmorin'in Hazera'daki payı yüzde 55'e çıkıyor. Hazera'nın genel merkezi İsrail. Ayrıca hatırlayalım; Vilmorin geçtiğimiz yıllarda Türkiye'nin büyükçe bir tohum firmasının tamamını satın almıştı.
Dolayısıyla olay son derece açıktır. Kimse anlaşılmaz, gizemli komplo teorilerine sapmasın. İşte gerçek ortada. Gene kimse bu firmaların yerel çeşitliliği korumak peşinde olduklarını söylemesin. Özel şirketlerin kâr dışında bir şeyi hedeflediklerini düşünenler ya çok saftır ya da bilinçli olarak böyle söylüyordur. Hazera'nın domateste önemli bir payı var. Amacı yerel çeşitlerdeki değerli genleri kendi çeşitlerine katmak. Gördüğümüz kadarı ile bunu bir bilgisayarla ve 20-30 kişinin otel parası ile tereyağından kıl çeker gibi ucuzca, tehlikesizce ve bir de biyo çeşitliliğimizi koruyormuş gibi görünerek gerçekleştiriyorlar.
Tohumun, gıda geleceğimizin temeli olduğunu bu şirketler çok iyi biliyor. Tohumu kontrol edenin, gıda geleceğimizi de kontrol edeceğini görüyorlar. Hazera Genetics Başkanı Robert Sevil'in şu sözlerine dikkat edin: "Milyarlarca dolarlık dünya tohum pazarı, 5 milyarı aşan dünya nüfusunun en temel gereksinimi gıda - beslenme açısından Türkiye 'nin ekonomik, stratejik konumunu güçlendirici, hatta tohum ve gıda 'silahı' ile gerektiğinde 'bölge ve dünya siyasetine yön verme' gücünü de elinde tutmanın temel araçlarından birisi. Gıda savaşlarına yönelik senaryoların 'baş aktörlerinden biri' olmanın yolu tarımı, tarımsal üretimi, 'ihmal edilmişlikten' kurtarmaktan geçiyor."
Gelelim başka doğrulara. Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok. Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz. Ziraat Mühendisi Emine Yönücü'ye göre; "Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu. Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma dönemiyorsunuz. Genetik tohum o toprağa da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor."
Buna en güzel örnek Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir. Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava... Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımını da garanti altına almış oluyor.
Sadece bununla kalsa o da iyi. Örneğin; Türkiye'de artık her yıl 150 bin yeni kanser vakasına rastlanılıyor. Genetiği bozulmuş bu gıdaların tetiklediği kanser hastalığının tedavisinde kullanılan maliyeti yüksek ilaçların üretici firmaları da Yahudi kökenli! Yani özetle sistem şöyle işliyor: İsrail GDO üreterek para kazanıyor, bu GDO'larla beslenen insan kanser oluyor, kanser olan insanlara ilaç satan İsrail yine para kazanıyor.
Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor. Ne korkunç. Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak. Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak! Vatandaş kanser olacak yine İsraillilerin ilaçlarına muhtaç olacak.
O halde ne yapmalıyız? Hele ki, 9 şehidin verildiği bu matem günlerinde. Nasıl kararlar almalıyız ki, bu Siyonist şebeke ve şirketleri artık bu topraklarda kendilerine yer bulamasınlar. Bazı odalar ve dernekler boykot çağrısı yaparak ilk adımı attılar ve çiftçilerden İsrail menşeli tohumları kullanmamalarını istediler. Elbette ki, bu çağrılar anlamlıdır. Ancak, tek başına yetersizdir. Zira 'bizim düşmanlığımız çok şiddetli olur' diyen siyasi iradenin asıl bunun gereğini yerine getirmesi 'One minute İsrail Tohumları!' demesi lazımdır. O da bizce ilk olarak yabancı şirketlerin önünü açan Tohum Yasası ivedilikle iptal edilerek yerli çiftçinin ve üreticinin lehine tekrar düzenlenmelidir. İkinci olarak da sadece tohumculuk yapan değil bütün İsrailli firmaların Türkiye'deki faaliyetlerine son verilmelidir. Yoksa, Akdeniz'de bizi katledenler milyonlarca ülke insanını yavaş yavaş zehirleyerek sistemli bir şekilde yok etmeyi sürdüreceklerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.