Necmettin Çakmak

Necmettin Çakmak

Çiftçiler nasıl yaşıyor?

Çiftçiler nasıl yaşıyor?

Ocak ayında Türkiye Ziraat Mühendisliği 7. Teknik Kongresi'nin açılışında konuşan Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemal Taluğ tarımın mevcut durumu konusunda en çarpıcı değerlendirmeyi yapıyordu. Taluğ, Haziran 2009 tarihinden itibaren dünyada ve Türkiye'de çiftçi sayısının hızla arttığını, tarımsal üretimde büyük bir artış olduğunu, çiftçilerin çok mutlu olduğunu, komşularına ürettikleri ürünleri hediye ettiğini söylüyordu.

İlk bakışta müjdeli bir haber gibi görünse de, aslında Taluğ'un sözleri tam bir kara mizahtı. "Facebook'ta Farmville oynayan sanal çiftçilerin sayısı 70 milyonu aştı. Gerçek yaşamdaysa tarım işletmeleri, köyler ve kırsal alanlar boşalıyor" diyordu. Bilmeyenler için hatırlatalım, Farmville, sosyal paylaşım ağı Facebook'ta bir çiftçilik oyunu. Taluğ'un sözleri o gün salonda bulunanların gülümsemesine yol açmıştı ama hazin bir gerçeği de ifade etmişti.

İlgilenenler bilirler, Farmville'ye bir süre erişim yasağı getirilmişti. Fakat bu da çok kısa sürdü, sanal çiftçiler aynı hızla ekip biçmeye devam ettiler. Ancak, sanal da olsa çiftçilik ve tarım zahmetli bir iş. Keşke hem hükümetler hem de şehirliler, yıllardır kaderine terk edilen Türk tarımını da sanal bir oyun kadar dikkate alsaydı. Böylece kırmızı et fiyatları son dört ayda yüzde 70 yükselmeyebilir, hükümet de fiyatları düşürmek için Et ve Balık Kurumu'na ithalat yetkisini vermezdi. Bu konu da son haftalardır gündemin en tepe noktasına yerleşmezdi. Üreticilerin sanayicilere süt vermemesine kadar varan problemle de yakından bağlantılı olan bu kriz aslında yeni değil. Sorunun temelinde son otuz yılın öyküsü yatıyor. Türkiye'nin hep büyüdüğü anlatılıyor. Büyüyen Türkiye'de nedense bilinmez tarım hep küçülüyor, çiftçiler yoksullaşıyor ve çiftçiler mesleklerini terk etmek zorunda kalıyor. Sorunlar dağ gibi. Hangi ürünü ele alsanız elinizde kalıyor.

Çiftçi, dünyanın en pahalı girdilerini kullanarak üretim yapmak zorunda kalıyor. En pahalı girdilerle en ucuz ürün elde edilemeyeceğine göre, rekabet şansı daha en başından kaybediliyor. Çiftçilerimizin tamamı neredeyse borçlu ve borçlarını ödeyemez durumda. Sadece elektrik borcu bile Türkiye genelinde 2.5 milyar Lira iken, bunun 1 milyar Lira'sı gecikme faizidir. Türkiye'de tüketilen elektriğin yüzde 3'ü tarımsal sulamada kullanılmaktadır. Çiftçiler elektrik borçlarını zamanında ödeyemediklerinden yüzde 36 gecikme faizi ödemek zorunda bırakıldılar. Bilmeyenler için söylemek isterim ki bu gecikme faizi sadece tarım sulama elektriğinde kullanılmakta.

Diğer taraftan tüketici, aldığı ürünün ne kadar güvenilir ve sağlıklı olduğundan endişeli. Sanayici ve ihracatçı pahalıya girdi temin etmekten şikayetçi. Tarım kredileri hem krediyi veren bankalar hem krediyi kullanan çiftçiler için patlamaya hazır bomba gibi. Hayvancılık, ithalatla terbiye edilmeye, daha doğrusu yok edilmeye çalışılıyor. Böylesi bir ortamda resmi rakamlarla nüfusun üçte birini oluşturan tarım sektörünün ise yıllardır ağzı var dili yok. Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm kitabında süreci analiz eden Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, "Türkiye, son sekiz yılda tarım ürünleri hammadde ticaretinde ithalatçı pozisyona gelirken sektörde üç milyona yakın üretici tasfiye oldu" diyerek acı tabloyu ortaya koyuyor. Yine Günaydın'a göre, yılda 800 bin civarında artan nüfusun ihtiyacı olan ek gıda talebini üretimle karşılayamıyoruz: "Üstelik tarımdan koparılan insanları sanayi ve hizmet sektörünün istihdam etme kapasitesi çok düşük."

Milyonlarca mutsuz...
Bugün Türkiye, tarımdan kopan insanlara yeni zanaatlar kazandıramazken, onlar da büyüklerinden öğrendiklerini yani çiftçiliği de unutuyorlar. 1980 ile 2008 yılları arasında yapılacak bir kıyaslama bunu net olarak ortaya koyuyor: "Bu dönemde nüfus 44,5 milyondan 71,5 milyona yükselirken toplam hayvan varlığı da 84,6 milyondan 40,5 milyona geriliyor."

2006-2008 yılları arasındaki havyan varlığındaki azalmanın üç milyona yakın olduğuna dikkat çeken Günaydın, kırmızı et üretimindeki tabloyu çizdiğinde ise resim tamamlanmış oluyor: "1985'te 622 bin ton olan kırmızı et üretimi, 1990'da 507 bin tona düşüyor. 2000'li yıllardan bu yana sürekli 500 bin tonun altında. Bir tek istisna var, 2007."

2007'de 577 bin ton kırmızı et üretilmesi ise bir başarı değil, aksine bugünün habercisi. Bir yandan kuraklık, bir yandan yem fiyatlarındaki aşırı artış, aynı zamanda süt fiyatlarının düşüşü, süt hayvanlarının kesime gönderilmesine sebep oluyor. Zira üretici girdinin yüzde 70'ini oluşturan yem maliyetlerini sattığı sütle karşılayamıyordu. Çiftçilere verilen desteklerin yeterli olmadığı ortada. Ayrıca, piyasadaki aksaklıkları düzenleyecek bir kurulun olmayışı, özelleştirmelerden sonra sekiz kombinası kalan EBK'nın ihtiyacı karşılayamaması önemli bir eksiklik oluşturuyor.

Hükümet üyelerince sık sık halka şikâyetçi olunan spekülatörler meselesi var bir de. Bu yüzden piyasa fiyatlarının oluşumundaki dengesizlikler, üreticiyi zayıflatarak yapısal sorunları besleyen bir etki oluşturuyor. Kesimden sonra alım satıma konu olan karkas et fiyatları son beş yılda 9-11 Lira arasında seyrederken etin perakende fiyatı ürüne göre 20-30 Lira arasında değişiyordu. Son dönemde karkas et fiyatları 15 Lira'ya yükselirken, tüketiciye ulaşan perakende fiyatları 35-40 Lira'ya fırladı. Et fiyatlarında yaşanan bu durum sütte de yaşanmadı mı? Mesela sütü çiftçi 40 kuruştan satarken pastörize süt 2 Lira idi. Büyük bir kâr süt fabrikalarının elinde kalıyordu. Çiftçi eline geçen süt fiyatı 80 Kuruş'a tırmandığında ise pastörize süt 2,2 Lira olmuş idi.

Haliyle bugün bas bas bağıranlara şu soruyu soramadan edemiyor insan: Yıllardır çiftçiler düşük süt ve et fiyatları nedeniyle hayvanlarını kesmek zorunda kaldıklarında neden aynı duyarlılık gösterilmedi? Çiftçiler yıllarca kötü fiyatlara dayanmışlardı. Bu fiyat artışları hayvan yetiştiricilerine çok kısa bir altın dönem yaşattı. Peki, çiftçi eline geçen fiyatlar yerlerde sürünürken bunlardan tüketiciler yararlanıyor muydu? Cevabımız hayırdır.

Dolayısıyla bugün hükümetin et ithalatının önünü açması kısa vadede fiyatları düşürecek ama uzun vadede bitme noktasına gelen hayvancılığı tamamen bitirecek. Ve herkesin bilmesi gerekir ki; 'aspirin tedavisi' ile sorun çözülmediği gibi şirketlerin eline verilen ithalat kırbacına ritim tutmakta hükümetin hayrına olmaz.

Çiftçiliği kim yapmalı?
Bir de çiftçiliğin kentli soylular için doğa ile iç içe, sağlıklı hayat için kariyer fırsatı olarak değerlendirilmesi girişimleri de büyük tehlike arz ediyor. Zira bu iş hobi olarak yapılacak bir iş değildir. Çiftçiliği gerçek çiftçilerin yapmaması önemli bir sorundur. Maalesef 'hobiciler' bugün çok ciddi şekilde araziler işgal ediyorlar. Başka işlerde dikiş tutturamayanlar, şimdi 500 başlı, 1000 başlı işletmeler kuruyorlar. Haliyle bu kadar geniş kapsamlı işletmeler kalıcı olamayacakları gibi sektöre de zarar veriyorlar. Oysa AB ülkelerindeki toplam süt işletmeleri içinde 100 baş ve üzeri sığıra sahip olan işletmelerin oranı Fransa'da yüzde 1, İtalya'da yüzde 4, Almanya' da yüzde 3,8'dir. AB'ye yeni giren Polonya'da ise binde 1'dir. AB'de kaliteli süt üretimi 40 ila 50 baş işletmelerden sağlanmakta ve bu büyüklük ideal kabul edilmektedir.

Peki, doğru model ne? Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı; "Türkiye Tarımı Üzerine Notlar" bunu şöyle izah ediyor: "Doğru model, kısa dönemde üreticilerin en az AB'de olduğu üzere desteklenmesi, sağlıklı süt üretimi için soğuk zincirin hızla kurulması ve koruyucu hekimliğin hızla yaygınlaştırılmasıdır. Bu olanaklıdır. Türkiye'de kurulmuş olan sütçü kooperatiflerle anılan düzenlemeleri yapan örgütler vardır. Orta ve uzun dönemde ise Türkiye'de küçük olan işletmelerin orta ölçekte işletmeler durumuna dönüştürülmesi ve uzmanlaşmasına yönelik düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Bunlar gerçekleştirilirken yatay ve dikey örgütlenmede egemen rol, kooperatiflere ait olmalıdır. AB'de böyle olmamış mıdır? AB'de süt ve ürünlerinin işlenmesinde kooperatiflerin payı yüzde 50-100 arasında değişim göstermektedir."

Hülasa, Türkiye çiftçisi ve tarımı zor günler yaşıyor. Çiftçi yoksullaştı, kimileri borçlarını ödeyemez duruma geldi, topraklarını yabancı bankalara satmaya başladılar. Şehirlere göç ettiler ve yoksul semtleri oluşturdular. Şehirliler de çiftçilerin ucuza kapatılan ürünlerini yüksek fiyatla tüketir oldular.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Çakmak Arşivi