Şeytan Amerika’nın küresel imparatorluk stratejisi (1)
Asrımızda şeytan Amerika’nın İslâm topraklarına karşı giriştiği saldırıların arkasında, küresel imparatorluk hevesi yatmaktadır. ABD’nin amacı Ortadoğu’ya yerleşmektir. Sadece petrol için değil, küresel egemenlik için buna ihtiyaç duymaktadır. Tek kutuplu küreselleşen dünyada egemenliğini hâkim kılabilmek için her coğrafyada egemenliğinin garantisi olacak ulusal egemencikler icad etmeye çalışmaktadır. Irak’ta ABD ve İngiltere’nin peşinde olduğu sadece petrol kaynakları da değildir. Peşinde oldukları şey küresel hâkimiyettir ve bunu tüm dünya bilmektedir. ABD ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin İslâm topraklarında konuşlanmasında Müslüman kavimlerin hiçbir şekilde çıkarı yoktur. Şeytan Amerika karşısında Irak’ın, Afganistan’ın kaybettiği her şey diğer Müslüman kavimlerin de kaybıdır. Irak’ta, Afganistan’da ABD ve İngiltere’nin kazancı Müslüman kavimlerin kayıpları üzerine kuruludur. Sadece savaşa karşı olmak da yetmeyecektir. Bir savaş kaçınılmazsa, kayıplarımızın asgari olmasının tek yolu Irak halkının, Afganistan halkının emperyalist devletlere karşı muvaffak olmasındadır.
Emperyalist Amerika ve avaneleri, Afganistan ve Irak’ı işgaliyle başlattıkları süreci “Büyük Ortadoğu Projesi” adı altında Ortadoğu, Kafkas ve Asya halklarının birbirine düşman edilmesi ve köleleştirilmesiyle sürdürmek istiyorlar. Bu saldırı, bölge halkları ve tüm dünya halkları için yeni bir sömürgeciliğin yaşama geçirilmesi demektir. Bu saldırı karşısında sessiz kalmak, sadece bölge halklarının değil, tüm insanlığın geleceğinin teslim alınmasına razı olmak demektir. Ortadoğu halkları, tarih boyunca emperyalizmin bu kanlı planlarının acılarını, yıkımını yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren İsrail devletinin yıllardır süren saldırıları, ABD’nin değişmeyen desteği ile sürmekte, İsrail-Filistin sorununun çözümü için yapılan bütün diplomatik girişimler yıllardır bloke edilmektedir. Dünya barışından söz edilmesine karşın, İsrail askeri güçlerinin Filistin halkı üzerindeki saldırıları artmaktadır. Gazze’de ve Refah Mülteci Kampında süren operasyonlarla bütün dünyanın gözü önünde insanlık suçu işlenmektedir. Devletler hukukuna aykırı her şey yapılmakta, Filistin halkını parçalamak için dikilen duvarlar yanında kanallar da açılmaktadır.
Hegemonik bir güçten “İmparatorluğa” yönelen, bunun için dünyanın yeniden düzenlenmesini öngören günümüz Amerikan Emperyalizmi’ni benzerlerinden ayıran özellik emperyalist yayılmacılığın dinamik gücünü Evanjelizm’den almasıdır. Evanjelizm’i klasik misyonerlikten ayıran özelliği; Hıristiyan olmayan diğer milletleri dönüştürmenin yanı sıra Hıristiyan olup da ondan uzaklaşanların yeniden Hıristiyanlaşmasını da amaçlamaktadır. Evanjelist düşüncenin esaslarından biri Armagedon inanışıdır. Armagedon; Kudüs’te Megiddo Ovası olarak bilinen yerin adıdır. Eski teolojik metinlere göre son savaş burada olacaktır. Tanrı’nın seçilmiş kavmi ile diğerleri arasında olacak bu son savaşta Deccal’ın ve Mesih’in orduları çarpışacaktır.
Evanjelikler günümüz kuşağının kıyamete şahitlik edeceği günlerin sayılı olduğuna inanırlar. Evanjeliklere göre, kıyamette Deccal’ın ordusu ile savaşacak ‘Tanrı tarafından seçilmiş halk’ olan Yahudilere yardım etmek gerekir. Kıyameti yakınlaştıracak ve Mesih’in gelişini çabuklaştıracak olaylar, çılgınca ve birçok masumun canına mal olsa da yapılmalıdır. Amerikalı gazeteci Grace Halsell, Prophecy and Politics adlı kitabında Evanjeliklerin Tapınak’ın yeniden inşası konusunda İsrailliler’e verdikleri örgütlü destekten ayrıntılı olarak söz ediyor. Kitabın “Provoking a Holy War (Kutsal Savaş Kışkırtmak)” başlıklı bölümünde, büyük olasılıkla Müslümanlar ve Yahudiler arasında büyük bir savaş başlatacak olan Mescid-i Aksa’yı yıkma ve yerine Tapınak’ı inşa etme çabalarından bahsediliyor. Halsell, Amerika’daki ilginç bir kurumdan bahsediyor: Kudüs Tapınağı Vakfı. Terry Reisenhoover adlı petrol zengini bir Evanjelik tarafından yönetilen vakfın diğer üyelerini de az sayıda Yahudi dışında Evanjelikler oluşturuyor. Vakfın amacı ise Müslüman mabetlerini yıkmaya çalışan radikal İsraillilere yardım etmek. Reisenhoover kendisini “Yeni Nehemya” olarak tanımlıyor. Nehemya, ilk yıkılışının ardından Kudüs’ü inşa eden tarihsel Yahudi kahramanı... (Şinasi GÜNDÜZ -Mahmut AYDIN, Misyonerlik, s. 85, Kaknüs Yayıncılık, İstanbul, 2002; Grace HALSELL, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak/Armagedon, Hıristiyan Kıyametçiliği ve İsrail, Kim Yayınları, s. 77, Ankara, 2002) Şunu bilelim ki; Amerikan müesses nizamının görece özerk idarî ve entelektüel eliti, küresel hâkimiyet stratejilerini 11 Eylül’den sonra icat etmiş değildir. 11 Eylül süreci, daha çok imparatorluk iştahını kabartan bir rol oynamış; stratejinin siyasete dönüşmesini mümkün kılmıştır. Küresel kapitalizmin kutsal mabetlerini hedef alan eylemin çapı ve faillerinin “radikal İslâmcı” bir kimlikle ilişkilendirilmesi, Ortaçağın karabasanı olan “Haçlı ruhu”nun çağrılması için yeterli olmuştur. Özellikle “Geleneksel Soğuk Savaş Dönemi”nden sonra küresel kaos ve çatışma riskini Batı medeniyeti dairesi/Hıristiyan coğrafyası dışında tutma düşüncesi ile “Haçlı ruhunun diriltilmesi” arasındaki ilişkiyi göz ardı etmemek gerekir. Nitekim, Bush yönetiminin ve onun Avrupa’daki sadık müttefiklerinin “Haçlı seferi” söylemi, Amerikan devletinin küresel ölçekteki “olağanüstü rejim” uygulamalarına, yani imparatorluk siyasetine, önce ülke, daha sonra da Batı medeniyeti havzası içinde destek arama operasyonunu ifade etmiştir.
Ortadoğu’da, dolayısıyla dünya düzeyindeki egemenliği için askeri güç kullanan ABD, elli yıldır bölge halklarını birbirine düşüren politikaları beslemiş ve son olarak işgalci güç olarak yerleşmiştir. Ancak Afganistan ve Irak işgallerinin gösterdiği gibi, uzun dönemde ABD’nin mali, askeri ve de toplumsal destek açısından bu büyük yükün altından tek başına kalkması olanaklı değildir. Bu yüzden, ABD, kendi halkının kaygılarını gidermek, yükü paylaşmak için, Avrupalı müttefiklerine NATO’nun harekat alanını ‘’Büyük Ortadoğu’’ olarak yeniden tanımlamayı dayatmaktadır. Bu nedenle ABD, NATO’yu, Ortadoğu’yu merkez alan ve oraya yerleşmiş, emperyalizmin güvenliğini sağlayacak vurucu bir örgüte dönüştürmeyi istemektedir. NATO’nun bölgeye yerleşmesi için de “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) söylemi ileri sürülmektedir. BOP söylemiyle yapılmak istenen, bölgedeki devletlerin silahlı kuvvetlerini NATO’nun emrine sokmak, emperyalist çıkarlara hizmet edecek şekilde yeniden örgütlemektir. Bunun için de “terörle mücadele”, “refah ve demokrasi”, “dünya barışı” gibi söylemler kullanılıyor. NATO’nun misyonunun değiştirilerek, ‘’bölge dışı’’ harekatlar yapacak saldırgan bir örgüte dönüştürülmesi planlanıyor. Kosova ve Afganistan’la başlatılan bu dönüşümün, ‘’küreselleşme’’ için savaşacak bir biçimde yapılandırılması amaçlanıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.