Çarşafa Dair
3 Mart 2010 Çarşamba günü Mersin ilimizde CHP'ye mensup bir grup zenne kıyafetli kadınlar mâlum partininin yöneticileri koruması altında, Müslüman hanım efendilerin tesettür kıyafetlerinden biri olan çarşafı önce giyer gibi yaptılar, sonra da parçalayıp ayakları altında çiğnediler. Çiğnerken de kara çarşaf diye zırvalıyorlardı.
Kinlerini din hâline getirmiş bu güruh kararan kalblerini, siyahlaşan vicdanlarını çiğnediklerinden bile habersiz bedbahtlardı.
Zaman zaman yurtdışından mukaddeslerimize çemkirenlerin ahir ve akıbetlerinin hep acıklı olduğunu müşahede ederiz. Dünyanın neresinde olursa olsun, mukaddesata saldıranların sonu acınası olmuştur.
Şahsen ben kinlerini din haline getirip tesettür düşmanlığını eyleme dönüştüren zihniyete acıyorum. Bu, hırçınlıkları cehaletlerinden kaynaklandığı kesin. Beyanlarına göre devrimleri koruyorlarmış.
Bunlar-tabi başındakiler de- Mustafa Kemal Atatürk'ün eşi Latife hanımefendinin çarşaflı olduğunu bilmezler. Lâtife hanımefendi İzmir'de iken başı açıktı. Ankara'ya gelince çarşaf giydi. Mustafa İsmet İnönü'nün hanımı Mevhibe hanımefendi Lozan'a giderken çarşaf giydi ve peçe taktı, bu güruh onu da bilmezler.
Çarşaf çiğneyen ucubeler kimi protesto ettiklerinin bile farkında değiller. Zavallılar bunlar.
Bunların Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nu da tanımayacak kadar cahil oldukları anlaşılıyor. Bu kişi Cumhuriyet rejiminin önde ve ünlü yazarlarından biridir. CHP'nin yayın organı Ulus gazetesinin yazarıdır. Hakimiyet-i Milliye gazetesinin baş yazarlığını da yapmıştır.
Yakup Kadri "Çarşaf ve Peçeye Dâir" başlıklı bir yazı yazdı. Tesettüre kin kusan zihniyete bu yazıyı ithaf ediyorum. Okusunlar da bâri cehaletleri gitsin. Bilgilensinler de belki icaplarını yerine getirirler. Hidayetleri dualarımla zikrettiğim zâtın "Çarşaf ve Peçeye Dair"yazısını aktarıyorum:
"Bu çirkin asrın ve çirkin muhitin yegane süsü, yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Yalınız bunlardır ki, gözlere hâlâ bakmak tahammülünü, bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki gibisiniz? O mazrufa bu zarftan daha muvafık ne olabilir? Sizi böyle gördükçe bir kadının nasıl giyinebileceğini düşünüyorum. Çarşafsız, peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum. Siz bizim aşkımızın, hürmetimizin, siz bizim kıskançlığımızın muti mahbubeleri değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dilfirib (gönül alan, çekici) mahpesi sizin etrafınıza, sizinyüzünüz üstüne biz ördük; bizim ihtimamımız, bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten, havadan, sizi kem nâzardan sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun, o yüzü havalar, tozlar hırpalasın. Yazık değil mi ki -mazallah- o gözlerin harimine kolayca, lâubali bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın. Düşündük ki belki, bilmeyerek, belki farkına varmayarak birine gülüverseniz.
Cemiyetlerin, medeniyetlerin esasını bir erkeğin kıskançlığı kurdu. Memleketlerden, vatanlardan evvel ilk müdafaa edilen, kadındı. Bana inanınız, bütün bu evler, bu mâbetler ve bu şehirler sizin için yapıldı. Sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahpesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı, mâbetler harap oldu, şehirler çöktü. Çünkü sizin mahpesleriniz o evlerin surları idi, kaleleri idi. Niçin başka cinsten kadınlara bakıp da başınızda garip mütalâalara meydan açıyorsunuz? Onlardan size ne! Sizler başlıbaşınıza bir âlemsiniz. Ben o âleme girdiğim dakikadan itibaren hariçte başka mevcudiyet var mı, yok mu unuttum bile. Siz niçin kendinizde herkesi unutmuyorsunuz.
Söze başlarken demiştim ki, bu çirkin asrın, bu çirkin muhitin yegâne güzelliği sizin çarşafınız, sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size kifayet etmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor. Peçeniz ve çarşafınız, bunlardır ki insana muhabbet öğretiyor; bâhusus memleket muhabbeti. Zira sizin örtüleriniz, bu süsleriniz değil midir ki, minarelerden ve o al râyetten (bayraktan) sonra bu, serseri ruha biraz âşina melce ve bir emin mersa (liman) saadeti veriyor.
Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki, bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile gayz nedir, kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhta beldeler yıkacak, burç ve barûlar (kaleler) devirtecek bir ateş alevliyor.
Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken haşin adımlarla surlar etrafında dolaşan eski bir kahraman gibi söz söylemeye başladım. Belki bunların hiçbirini yapmayacağım. Fakat emin olunuz ki, şu dakikada çok samimiyim. Size, sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince kendimi herşeye kadir hissediyorum.
Tarih, menakıb-ı beşeriyyeyi dolduran en büyük kahramanlık; bana bir çocuk oyunu gibi geliyor.
Sakın onları çıkarmayınız, sakın onları atmayınız. Bu çirkin muhitin ortasında asâlet ve zarafate yegane dâl (işaret) olarak bunlar, sadece bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri, insanlığı tenzil için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle herşeyi devirdiler. Bu güruha peyrev olmak (peşinden gitmek) size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde, onların haricinde biliyorum. Siz mestur ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvi bir dinin ilahı, sizi bu sıfatla şair mahlukat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz O'nun halk ettiği cennetâsa âlemin meleklerisiniz. O, kitabında sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meyanına girdiniz, artık ne hâle ne maziye, ne âtiye mensupsunuz. Yalnız unutmayınız ki, sizi bu mertebeye bizim aşkımız, bizim hürmetimiz, bizim kıskançlığımız yükseltti."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.