AB’siz demokrasi?

AB’siz demokrasi?

Ergenekon dâvâları, Balyoz ve diğer darbe planlarıyla ilgili gelişmeler, üst düzey muvazzaf veya emekli general ve amirallerin gözaltına alınıp bazılarının tutuklanması, dış dünyada da ilgi ve dikkatle takip ediliyor.

Bu süreçteki çok ilginç gelişmelerden biri, bazı eski kuvvet komutanlarının da sorgulandığı son Balyoz gözaltıları için ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün “Yeni bir durum yok” demesiydi.

Şimdiye kadar bilhassa askerî cenahta olup bitenlerin arkaplanında mutlaka bir şekilde dahli bulunan ABD’nin verdiği bu sinyal anlamlıydı.

Bu sinyalin, Ankara’daki Amerikan Büyükelçisinin “Ordunun iç politikadaki güçlü gözetimine ihtiyaç azaldı” (Nur Batur, Sabah, 3.2.10) mesajından çok kısa bir süre sonra verilmiş olması da.

Ahmet Davudoğlu’nun başında bulunduğu Dışişleri Bakanlığı, bu beyanından dolayı ABD Büyükelçisine tepki gösteren bir açıklama yaptı.

Sonuçsuz darbe planlarının tarihi olarak gösterilen 2003’te de, “Ordu göreve” pankartlarının taşındığı yürüyüşten sonra Kara Kuvvetleri Komutanının, kendisiyle görüşen YÖK Başkanı ve rektörlere verdiği mesajları eleştiren AB temsilcisine Bakanlık yine benzer bir tepki göstermişti.

Sair zamanlarda bürokratik oligarşiden yakınan hükümetin, bilhassa askerle ve resmî ideoloji açısından hassas konularla ilgili hususlarda, şikâyetçi olduğu derin bürokrasinin dilini kullanıp onunla aynı frekanstan tepkiler sergilemesi, ancak buna rağmen yine de yaranamaması, başlı başına üzerinde durulması gereken bir çelişki.

Buna rağmen dış dinamikler ve özellikle ABD, kendi çıkarları gereği, AKP hükümetinin bu tavrının aksine, demokrasimizin önündeki yapısal engellerin kalkmasına destek veren bir irade ve inisiyatif ortaya koymakta kararlı gibi görünüyor.

Daha doğrusu, Türkiye’de şimdiye kadar darbecilerle iş gören ABD, dış ve iç şartların bu yöntemi işe yaramaz hale getirdiğini gördüğü için, politikalarını, seçimle gelen iktidarlarla çalışma esası üzerine güncelleyip dizayn etmiş durumda.

CIA ile irtibatlı düşünce kuruluşu Rand Corporation’ın hazırladığı bir raporda da, önümüzdeki dönemde ABD çıkarları açısından en uygun alternatif “AKP’nin iktidarda olduğu bir Türkiye” olarak ifade edilmişti. (Yeni Asya, 14.2.10)

Aynı raporda kayda geçirilen alternatiflerden biri, AB üyesi olmuş bir Türkiye idi ve böyle bir Türkiye Washington’dan ziyade Brüksel’e yöneleceği için, bunun tercih edilmediği belirtilmişti.

Yine bu istikamette benzer bir yorum, Newsweek dergisinin geçen sayısında dile getirilmiş.

“Ordu yenildi, ABD İslâmcıları selâmlamalı” şeklinde, son derece provokatif bir başlıkla yayınlanan yazıda, askerî cenahtaki operasyon, gözaltı ve tutuklamalar yorumlanmış ve başlıktaki ifadeyle verilen hükmün ortaya çıkarabileceği muhtemel sonuçlardan biri şöyle ifade edilmiş:

“AKP’nin en büyük rakibi olan ordunun kâğıttan kaplan olduğunun ortaya konulmasından sonra AB projesini daha ileriye götürmenin Erdoğan ve ortakları için artık fazla bir yararı olmaz. AKP’nin ordu karşısında elde ettiği zafer, AB’nin ciddî kaybı olabilir...” (Milliyet, 8.3.10)

Bu mantığın gerekçesi, AKP için öteden beri öne sürülen “AB sürecini ve reform programlarını katı laiklere, orduya ve yargıya karşı kalkan olarak kullanıyor” iddiası. Eğer AKP’nin niyeti bu ise, “katı laikler”e, orduya ve yargıya karşı kesin bir zafer kazandığı hükmünün dayanağı ne?

Statükoyu bütün gücüyle ayakta tutan anayasa mı değişti, ordu üzerinde muhkem bir sivil kontrol mü sağlandı, köklü ve kapsamlı bir yargı reformu mu yapıldı, “katı laik” düşüncenin derin bürokratik yapıdaki hakimiyeti mi kırıldı ve bütün tıkanıklıkları bitirip ülkenin önünü açacak demokratik bir zihniyet değişimi mi gerçekleşti?

“Demokratikleşme için AB’ye ihtiyacımız yok” havasındaki AKP’nin bu suallere vereceği ikna edici cevapları ve daha önemlisi icraatı var mı?

Ve Türkiye AB’siz demokratikleşebilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi