50 yıl sonra
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bir Ramazan gecesi Şanlıurfa’daki bir otel odasından berzah âlemine intikal ettiğinde, biz henüz bir yaşımızı dahi doldurmamıştık.
Aradan yarım asır geçti. Şimdi ortayaş dönemine intikalin eşiği sayılan 50 yaşı geride bırakıp, dünyadaki zamanı hızla azalanlar arasına girdik.
Artık Üstadın “40'tan sonra kabir tarafına nüzul başlar” sözünü hakkalyakin yaşayanlardanız.
2000 yılında kaç yaşında olacağımızın hesabını yaptığımız çocukluğumuzda, 40 yaş çok uzak bir menzil gibi görünüyordu bize. Oysa şimdi o dönemeci aştık ve üstüne on bir yıl daha ekledik.
Sonsuz şükürlerle kaydetmemiz gereken husus, biz henüz daha emekleme çağına dahi gelmeden bu dünyayı terk eden Üstadın, elli yıl sonra dahi hayatımızı şekillendirip istikamet veren eserleriyle tanışmamız ve haşir neşir olmamız.
Ve aynı durumda olan milyonlarca insan var.
Müellifi yarım asır önce Hakkın rahmetine kavuşmuş bir eser külliyatının bu müessiriyeti, hiç şüphe yok ki, bu özelliğini, kaynağı olan Kur’ân-ı Hakîmden alıyor. Mukaddes kitabımızdaki derin mesaj, mânâ ve sırlar, nurlu tefsirine de yansıyor.
Âyetül-Kübra’da Kur’ân’ın insan ve toplum hayatındaki muazzam tesirleri anlatılırken dikkat çekilen son derece önemli hakikatlerden biri:
* Kur’ân, insanların hem nefislerinde,
* hem kalplerinde,
* hem ruhlarında,
* hem şahsî, içtimaî ve siyasî hayatlarında öyle bir inkılâp yapmış ve idame ve idare etmiş ki,
On dört asır boyunca, her dakikada altı bin altı yüz altmış altı âyeti, büyük hürmetle en az yüz milyonu aşkın insanın dilleriyle okunuyor;
* insanları terbiye,
* nefislerini tezkiye,
* kalplerini tasfiye ediyor;
* ruhlara inkişaf ve terakkî,
* akıllara istikamet ve nur,
* hayata hayat ve saadet veriyor. (Şualar, s. 216)
Aynı mânâlar, Kur’ân’ın bu çağa ders ve mesajı olarak telif edilen Risale-i Nur’da da mevcut.
Risale-i Nur da, okuyanlarının nefis, kalp, ruh ve akıllarında; şahsî, içtimaî ve siyasî hayatlarında aynı tesirleri meydana getiriyor. İspatı, tek tek her bir Nur talebesinin hayat serencamı ve toplumsal, siyasî hayatımızda ulaştığımız nokta.
Geniş dairede gerek ülkenin, gerek dünyanın geldiği aşama, hayatın her safhasında Risale-i Nur’taki tesbit ve tahlilleri tasdik ve teyid ediyor.
Şahsen külliyatı 1973’te okumaya başladık ve aradan geçen 37 yıl içinde birçok kez devrettik.
Bu okumalar bize çok şey kazandırdı. Ve ondan da önce, pek çok eksiğimizi tamamlayıp, fıtrî ve mizacî sınırlarımızı aşan hizmetlerde görev almamızı mümkün kıldı. Gerek iç dünyamızda, gerekse dış âlemde ardı arkası gelmeyen zorluk ve engelleri Risale-i Nur’un verdiği moral ve enerjiyle aştık. Halen de öyle devam etmekteyiz.
Risale-i Nur, teslimiyet ve sadakatle kendisini mütalâa eden her okuruna sağlam ve sarsılmaz bir iman kazandırıp nazarları asıl hayat olan ahiret hayatına çevirir, ama dünyaya da ahiret ve din için çalışma şevki verirken, Yaratıcının fıtratına koyduğu kabiliyetleri keşfettirerek, gurura dönüşmeyen bir özgüven veriyor. Böylece silik ve sönük mizaçları dahi hizmet şuuruyla ateşliyor.
Şimdi, külliyatı çok daha fazla okuma ihtiyacı hissediyoruz. Ve her okuyuşumuzda, eserlerdeki derin şifre ve mesajlar arasında yeni yeni keşifler yapmanın engin manevî lezzetini hissediyoruz.
Geçen asırların manevî temsilcilerinin “helâket ve felâket çağı” olarak niteledikleri ahirzamanın tehlikeli tuzaklarına muhatap insanlar olarak, Risale-i Nur gibi doğrudan Kur’ân’a dayanan bir rehberle tanışma nimet ve mazhariyetine sahip kılındığımız için ne kadar şükretsek az.
Bu şükrün gereği, herşeyden önce, bu paha biçilmez eserlerle dinamik ve sürekli bir “okuma” ilişkisi içinde olmak. Ve bu okuma ilişkisi üzerinde yükselen şahs-ı manevî havuzunda erimek.