‘Kutsal Devlet’in ‘kendini savunma hakkı’, ya da
AK Parti’nin de kapatılması için açılan dâvanın, Türkiye’ye uluslararası platformda daha ilk andan itibaren çok şeyler kaybettirdiği açık..
Ekonomide neleri nasıl etkileyeceği ise, Hükûmet’in tavrına bağlı..
Genelkurmay’ın ‘27 Nisan Muhtırası’ karşısında eğilmeden duran ve hemen seçimleri öne alan bir uygulamayla karşılık veren Erdoğan’ın o tavrı, piyasalarda sarsılmaları önlemişti.. Aynı tablo şimdi de tekrarlanabilir.. çünkü, Erdoğan, ‘taife-i laicus’un, çaresizlik içinde, hukuk adına düzenlediği son saldırısına da, Güneydoğu’dan aynı şecaatle karşılık verdi..
Kapatma davası açılmasıyla ilgili habere internetlerde yorum yazan ve kendilerini ‘aydın’ zanneden ve yüzlerce-binlerce kişinin büyük kısmının bayram yapması, kullandıkları sığ, seviyesiz saldırıların mahiyeti bile, onların milletten ne kadar kopuk olduklarını gösteriyordu.. Onların gidip, Tayyîb Erdoğan’ın, Güneydoğu’da veya diğer yerlerde halkla nasıl kaynaştığından ders çıkarmaları umulur.. Daha ağırbaşlı görünenlerse, ‘devletin kendisini savunma hakkı’nın olduğu tekerlemesine tutunuyorlar..
Halbuki, bu anlayış, modern bir devlet anlayışından fersah fersah uzaktır.. çünkü, onlar, ‘Devlet’i, ‘yönetim mekanizması’ değil, bir ‘yönetim / yöneticiler kadrosu’ sanıyorlar.
Bu yüzden şu, ‘Devlet- Millet kaynaşması’ lafı bile mantıken tutarsızdır.. Bu lafı söylediniz mi, ‘millet’ten, halktan ayrı bir ‘yöneticiler sınıfı’nın varlığını kabul ediyorsunuz demektir..
Devlet’i, bir ‘yönetim mekanizması’ değil de, bir ‘yöneticiler kadrosu’ olarak kabul ederseniz, faşist veya diktatöryal bir anlayışın ölçülerine teslim olmuşsunuz demektir..
‘Cumhûriyet’ sistemiyle yönetilen bir devlette ise, ‘yönetim mekanizması’ ile, ‘yönetilenler’in ilişkisi, ‘yolcular’la, ‘taşıt aracı’nın ilişkisi gibidir. Ve sözgelimi, yolcular, taşıt aracıyla nasıl kaynaşır? Bu ancak, onların bir kazada birbirine girmesi mânâsına gelir.
Halbuki, siz bir cumhuriyet sisteminde ‘yolcu’ iseniz, taşıtın sağlamlığı, güvenliği, konforu ve sürücüsünün ehliyetli olup olmadığı konusunda bilgi sahibi olmalısınız. ‘Cumhuriyet’ ismi verilen yönetim tarzlarında şoför, pilot, kaptan vs.yi cumhur/ halk seçer ve neticesine de katlanır.. Kendini ‘yönetim hakkı’nı haiz ve de taşıtın sahibi zanneden bir ‘yönetici kadro’ya cumhuriyet sistemlerinde yer yoktur.
Bizdeki temel sakatlıklardan birisi de işte burada.. Meselâ, rejimin kurucu felsefesinin direkt yetiştirmesi, beslemesi olan Ecevit ve benzerleri siviller veya birtakım askerler bile başbakan olduklarında, Başbakanlık kurumu ‘devlet’ sayılıyor. Ama, Erdoğan aynı makama geldiğinde, o kurum, ‘devlet’in dışında ve hattâ ‘devlet’le zıdlaşma halinde görülüyor.. Aynı durum, Meclis için de geçerli.. Doğrudan halkın, ‘yönetilenler’in temsilcileri olanlar, ‘devletliler’ tarafından dışlanabiliyor. Hattâ, Cumhurbaşkanlığı makamına, Sezer ve benzerleri getirilince onların makam ve şahısları hemen ‘devlet’ sayılır; ama, Abdullah Gül, cumhurbaşkanı da olsa, ‘Devlet’le zıdlaştığından sözedilebilir.. O zaman, anlaşılır ki, ‘Devlet’ denilen kavram, bir ‘heyula’, bir ‘gulyabanî’ gibidir ki, ‘yönetilenler’in üzerine abanmıştır.. Kendinden olmadıklarını çarpan, yutmaya çalışan bir ‘ucûbe’.. Ve bu ‘heyula’ halkın vermediği bir ‘yönetme’ yetkisini kullanır.. Hattâ, milletin silah gücünü, millete karşı bile..
Resmî ideolojinin teorisi gereği, ‘Hâkimiyet, kayıdsız-şartsız milletindir.’ ama, ‘bu yetkiyi, millet, yetkili kurumlar eliyle kullanır’; süngüucuyla kabul ettirilmiş anayasa’da öyle denilmiştir, çünkü.. Meclis, bu yetkili kurumlardan sadece birisidir! Meclis sadece halkın seçtiklerinden ibarettir ve onların yönetim hakkı, önceden kabul olunanlarla sınırlıdır, temel hiçbir şeyi değiştiremezler. Asıl söz sahibi olanlar, kendilerini ‘millet ve devlet üzerinde vesayet ve velâyet hakkının sahibi gören ‘yönetici’ kadrolar’dır ve seçimle değil, kendi aralarında tayinlerle/ atamalarla gelir-giderler; onlara dokunulamaz da.. Onların temsil ettiklerini düşündükleri Devlet, kendinden saymadıklarını çarpan ve yutan bir ejderha gibidir ve bu da, ‘devlet’in ‘kendini savunma hakkı’ olarak kabul edilir..
Bunun içindir ki, ‘Şemdinli İddianamesi’ni hazırlayan Van Savcısı F. Sarıkaya, zamanın KKK. Org. Büyükanıt’a toslayınca, ‘Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ isimli ‘özerk kuruluş’(?!) eliyle, ‘devletin kendisini koruması/ savunması’ adına derhal meslekten atılmıştı. Ama, şimdi Cumhûrbaşkanı Abdullah Gül’e bile toslayan Yargıtay Başsavcısı hakkında, ‘devlet’, kendini savunma hakkını kullanmış sayılıyor ve Van Savcısı’na uygulanan yöntem, ona uygulanamıyor.. çünkü, bu gibi kurullar, tank-topla veya tank-top sahiblerinin brifingleriyle hareke geçerler.. Ve Gül, ‘Devlet’ten değildir, Cumhurbaşkanı da olsa..
Bu durum, ülkemizde oynanan ‘Cumhuriyetçilik oyunu’nu da bir daha gözler önüne seriyor.
Bu anlayış, Devlet’i, ‘ferde hizmet eden bir mekanizma’ değil; ‘ferdin, kendisini uğrunda fedâ etmesi gereken kutsal bir sosyal üst-yapı kurumu’ olarak gören ve ‘ferd, devlet içindir’ diyen faşist ve diğer diktacı anlayışların eseridir, bir ‘gerçek cumhuriyet’in değil..
Böyle bir durumda, Tayyîb Erdoğan’ın sadece, 16 milyon 500 bin seçmen tarafından seçildiklerine vurgu yapması yanlış.. ‘Devlet’liler biliyorlar ki, ‘yönetilen’ kitlelere bir tank namlusu gösterilince, onlar geçmişte çil yavrusu gibi dağılmış, sindirilmiştir.. Tayyîb Bey, şimdi, kitleleri o eski alışkanlıklarından kurtardığını düşünüyorsa, o bile, bir temel dayanak olamaz.. çünkü, asıl dayanağı, ‘haklı olması ve haklı kalması’ olmalıdır..
İlginçtir, ‘devlet’in kendini savunma hakkını kullanması olarak görülen bu parti kapatma teşebbüsü karşısında, ‘halk adına siyaset yaptığı’ iddiasındaki ve hele de Tayyîb Erdoğan’ın her sözüne, hemen sonra karşılık vermesi ve son zamanlarda da ‘laik fetvâ’lar sâdır eylemesiyle daha bir temayüz eden Baykal’ın 4 gündür susması, ilginçtir.
Baykal’ın yerine, yardımcısı (eski b.elçi) Onur öymen’in CNN’de yaptığı açıklamalar ise, evlere şenlik.. ‘AK Parti’nin son seçimde aldığı oy, yüzde 47 değil, seçmenlerin tamamına göre, yüzde 33’tür..’ diyordu da, o hesabla, kendilerinin yüzde 10’larda kalacaklarını düşünemiyor ve insanı, ‘ülkeyi yıllarca temsil eden diplomat bu mu?’ diye hayıflandırıyordu.
Cumhûriyetçi -yani, halkın iradesine göre tesis edilmiş- yönetim biçimlerinin dünya çapında etkin olarak şekillendiği son 200 yıldır, bizim ülkemizde, ‘yöneten sınıf’ların, ‘yönetilen kitleler’ üzerindeki tahakküm güçlerini ve menfaatlerini, iktidarlarını yitirmemek için direnişleri sürmektedir, sürecektir.. Mücadelenin özü budur; şu veya parti sözkonusu değildir..
Bu sistemi ve devlet’i ‘kutsal’ sayanlar, ‘cumhuriyet’ten; hele de, -son iddianamede de bir daha sergilendiği üzere- her türlü ‘kutsal’a savaş açmak üzerine kurulu ‘laik cumhuriyet’ten söz edemezler! Laik devlet anlayışı, kutsalsız, metalik bir yönetim anlayışını sergiler ve onun kendini korumak adına geliştirdiği savunma refleksleri de ‘ruhsuz, metalik ve adâletsiz’dir!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.