AB hutbesi nasıl olmalı?
Eğer camilerde AB meselesi anlatılacaksa—ki, biz bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz—bu anlatımların dayandırılacağı temel esasları, çerçeveyi, üslûp ve yöntemi belirlemede en önemli kaynak ve referansın Bediüzzaman’ın izahları olduğu kanaatindeyiz.
Bize göre, bunun Cuma hutbesiyle sınırlandırılması da doğru değil. Vaazlarda ve müftülüklerce organize edilecek konferans, seminer gibi etkinliklerde de bu konu uygun tarzda işlenmeli.
Bediüzzaman vaizlerin nasihatlarının tesir etmeyişinin önemli sebeplerinden birini, kürsüde anlatılanların geçmiş zamanlara takılı kalıp, yaşanan hayattan kopuk olması olarak gösteriyor.
Vaaz ve hutbelerde AB’ye dair konulara girmekten kaçınılması, bunun örneklerinden biri.
Halbuki bu mesele çok önemli. Süreçle ilgili olarak, halkın zihninde aydınlatılmayı bekleyen birçok sual var. “AB’ye girersek dinimiz elden gider” kaygısından tutun, gayrimüslimlerle ilişki bahsinde yaşanan tereddüt ve şüphelere kadar...
Bu hassasiyetleri statüko namına istismar etmeye çalışan AB karşıtı çevrelerin kasıtlı ve asılsız propagandaları da işin içine girince, cami cemaatinin aydınlatılması ihtiyacı daha da artıyor.
Bu izahlarda hangi noktalar vurgulanmalı?
Bir defa, demokratikleşme kriterleri olarak ifade edilen adalet, hukuk, hak ve hürriyetler, şeffaflık gibi değerlerin aslında İslâm başta olmak üzere semavî dinler kaynaklı olduğu, dolayısıyla Müslümanlarca, kendi öz malları olarak sahip çıkılması gerektiği, dinî deliller ve Asr-ı Saadet başta olmak üzere tarihî örneklerle anlatılmalı.
Aynı şey, çevreye duyarlılık, temizlik, üretimde kalite, dürüstlük, nizam, intizam gibi günlük hayatı ilgilendiren bütün hususlar için de geçerli.
Bugünkü Avrupa medeniyetinin, vaktiyle ilim öncülüğünü elinde bulunduran İslâm âleminden aldığı ders ve ilhamla kâinat kitabını okuyup, satır, kelime ve harflerinde gizli sırları keşfederek şimdiki düzeyine ulaştığı hatırlatılmalı.
Evvelce ortaçağ karanlığında debelenen Avrupa’ya, altın çağını yaşayan Müslümanların hem bilim ve teknolojide, hem de sosyal ve ekonomik hayatta üstadlık yaptığı belirtilerek, “İlim ve hikmet Müslümanın yitik malıdır, nerede bulsa alır, Çin’de bile olsa” hadisi dikkatlere sunulmalı.
Ve Endülüs medeniyeti önemle vurgulanmalı.
Bu bağlamda, Bediüzzaman’ın “Avrupa ikidir” tesbiti ve buna dair izahları anlatılmalı. Müslümanların AB’ye bakışının, “İsevînin din-i hakikîsinden ve İslâmiyetten aldığı feyiz ile” insanlığın sosyal hayatına faydalı sanatları, adalet ve hakkaniyete hizmet eden fenleri takip eden birinci Avrupa ekseninde olması gerektiği belirtilmeli.
Tabiatçı-materyalist felsefenin karanlığıyla, medeniyetin fenalıklarını iyilik zannedip insanlığı sefahet ve dalâlete götüren ikinci Avrupa’ya karşı birinci Avrupa ile işbirliği gereği vurgulanmalı.
Ve bizatihî AB’nin içinde de bu mücadelenin cereyan ettiğine dikkat çekilerek, Müslümanlar ona göre konumlarını tayin etmeye çağrılmalı.
Bu çerçevede, “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” mealindeki âyetin, onlarla barış içinde olmayı, medenî ve ticarî ilişkiler kurmayı engellemediğine dair izahlar cemaate iletilmeli.
AB’ye dair değerlendirmelerde, bütün insanlığa gönderilen en son dinin mensupları olarak, Müslümanların önündeki hakkı tebliğ görev ve sorumluluğunun da göz önünde tutulması gerektiği belirtilerek, Türkiye’nin AB üyeliğinin bu açıdan yeni ufuk ve pencereler açtığı belirtilmeli.
Çağımızda ilim, fikir ve ikna esasları üzerine bina edilen manevî cihadın öne çıktığı gerçeği dikkate alınarak, “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” prensibi dindar kitlelere mal edilmeli.
Tebliğde birinci önceliğin, İslâmın güzelliklerini hal, fiil, tavır ve ahlâkımızla gösterip, İslâma perde değil, ayna olmamız olduğu söylenmeli.
Risale-i Nur’da mevcut olan bütün bu ölçüler camilerde anlatılırsa, AB sürecinin de önü açılır.