Hasan Aksay

Hasan Aksay

Adaletin post modernleşmesi

Adaletin post modernleşmesi

Post modern? 20. asrın sonunda bazı askerler bir şey yaptı. Büyük bir övünçle “Bu yaptığımız, bin yıl yaşayacak post modern bir darbedir” dediler.
Açılışı, galası, yüksek yargıya verilen brifingle yapıldı. Salonu dolduran yüksek yargıçlar, subayı ayakta alkışladılar. Bu alkış gösterisi ne sayıldı?..
Yaşayarak öğrendik. Bin yıl yaşayacak bu post modern darbenin ana iskeleti, ilkel diktatörlerin zulümlerinden derlenmişti. Gazeteler, “ANDIÇ” adı verilen, yalan, iftira ve provokasyon çekirdekli emirlerden haber ve gündem oluşturuyorlardı. Millet “iç düşman” diye; iş sahası ve sermaye “Yeşil Sermaye” diye; vatan, parya sınıfına ayrılacak vatan evlatlarının, temel insan haklarını kullanamayacakları “Kamusal Alan” diye parçalanıyor; bankaların içi boşaltılıyor, millet ödüyor; Cumhurbaşkanı Sezer’in başbakanın suratına fırlattığı anayasa ile, bir anda Türk parası pula dönüyordu. Vahşetin eksiksiz uygulanabilmesi için millet fişleniyordu. Valinin fişleme amiri şoförü idi. Öğrenci okulundan, hasta hastaneden, işçi iş yerinden örtüsü nedeniyle atılıyor, hak arayacak yer bulunamıyordu. Demiri, emre kestiren dikta, “Post modern” aldatmacasıdır.
Şimdi önemli olan, kurumları, post modernlik hastalığından korumaktır. Yüksek yargı, “ben ne dersem o olur” hevesine saplanırsa, post modern iklimine girer. Görülüyor ki bin yıl yaşayacak denileni dahi nasıl gitti. Millet ve memlekete zarar verdi, bedel ödettirdi. Sahiplerine de hiçbir yarar sağlamadı.
“Alkışladık, dönüş zor” konusu, hatadan dönme noktasında değildir. Bilakis, “Zararın neresinden dönülürse kârdır”. Çünkü hata çabuk ürer. Birinin arkasından öbürü ve sonra uçurum gelir. Hukukla siyaset, yer değiştiremez. Buna kalkışmak, çocukça bir iş, vahim bir felakettir.
Eskiden hukukçular, kanun vazının maksadını da dikkate almak için, kanun gerekçesine de önem verirlerdi. Bir anekdot: 1961’de milletvekili oldum. İlk işim, mevcut bütün zabıtlardan birtakım temin edinip ciltletmek oldu. Böylece anayasa görüşmelerine de sahip olmuştum. AYM kurulunca, üyelerden hepsine zabıt kalmamış. Yenisi basılıncaya kadar kaç üye benden istedi. Bir de şimdi hale bak:
Akla, mantığa, kanuna, teamüle aykırı, tatbik imkanı bulunmayan 367 kararı ne?
411 milletvekilinin kabul ettiği aylar süren çalışma, havada ret...
Kamusal alan hangi kanun ve anayasada?
Başörtüsü yasağı ne? Altından bağla, üstünden bağla... Kimin keyfi?
Danıştay’ın 7 sene önceki ücretlerle taşıma yaptırma kararı ne?
Yüksek öğretimin imtihan katsayı yetkisini, YÖK’e verip, geri almak?
Şimdi güncel ve asıl mesele:
Anayasa değişikliği yüce mecliste kabul edilince, halkoyuna sunulmadan CHP, AYM’ye götürecek ve reddedilecekmiş.
Bu mümkün değildir. AYM, kanunlaşmamış bir metni müzakere edemez, karara bağlayamaz. Yüce meclisin kabul ettiği metin, halkoylaması neticesine kadar kanun değildir. Dünyada olduğu gibi biz de, 1960’tan 1980’e kadar Senato ile bu durumu yaşadık. Meclisin kabul ettiği kanun senatodan geçmeden AYM’ye götürülemez. Burada da millet onamadan olmaz.
Millet onadıktan sonra ise, AYM’nin yapacağı hiçbir şey yoktur. Millet adına, millete rağmen yeni bir anayasa mı yapacak? “Zırva tevil götürmez”
İki kat anayasa mı olur? “Değişmez” unvanlı maddeler, taş devrinde konsaydı ne yapacaktık? Farklı bir statü ile mi konuldu ki, farklı değerlensin? Şimdi meclis, bu metne, “değiştirilemez” başlığını koysa, akan sular duracak mı? Yoksa AYM, “Bu şartı meclis ve millet değil, ancak darbeciler koyabilir” mi diyecek? Bu, “Millet, istiklalini kazansa da, sömürge kanununu değiştiremez” demek kadar ağır bir yanılgı olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hasan Aksay Arşivi