Kazanmak ve kaybetmek
“Savaşın en kızıştığı anlardan biriydi.
âmir bin Füheyre de pek çok sahabe gibi Allah için her şeyini ortaya koymuş, adeta alev alev şehadetle yanıp tutuşuyordu.
Rabb-i Rahim ise samimiyetle isteyene istediğinin karşılığında en güzel cevabı verendi.
öyle ki bir an âmir bin Füheyre için zaman ve savaşın içindeki bütün nesneler durmuştu.
Benî Kilab kabilesinden Cebbar bin Sülemî’nin attığı mızrak vücudunun diğer tarafından çıktığında, savaşın içindeki fotoğraf bir anda donmuş ve âmir’in dudaklarında çınlayan “Vallahi kazandım!” narası zihinlere kazınmıştı.
“Vallahi kazandım!” narasındaki tesir onu şehid eden Cebbar bin Sülemî’nin kulaklarında öylesine yankılanmaya başladı ki, kendi kendine:
“Acaba bu sözü niye söyledi? Neyi kazandı?” diye düşünmeden edemedi.
Hemen Dehhak bin Süfyan el-Kilabî’ye gitti, gördüklerini anlattı ve:
“âmir neyi kazandı?” diye sordu.
Dahhak:
“Vallahi Cenneti kazandım” demek istemiş dedi.
Diğer taraftan da Cebbar bin Sülemî’yi İslâm’a davet etti. O da Müslüman oldu.
Cebbar bin Sülemî bu olaydan öylesine etkilenmişti ki: “âmir şehid olurken benim Müslüman olmama da sebep oldu” demişti.
Daha sonra Dahha bir mektupla Cebbar bin Sülemî’den işittiği hadiseyi Hz.Peygamber’e (s.) bildirdiğinde Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.):
“Evet, melekler onun cesedini defnedip ruhunu âlâ-yı illiyyîn’e çıkardılar” buyurdu...”
Bu ibretlik kıssayı, değerli dostum Yusuf Sönmez’in yeni çıkan “Musibetler Ne Söyler?” isimli harika çalışmasından (s.75-76) aktardım. (Nesil Yay. Tel: 0212-551 32 25)
Sevgili Yusuf kardeşim, yukarıdakine benzer yüz küsur kıssadan oluşan çalışmasını adeta bir ders kitabı gibi hazırlamış. Ashab-ı kirâm başta olmak üzere salih kulların başından geçen olayları gayet anlaşılır bir dille kaleme almakla kalmamış; her bölümün başına âyetler-hadisler, sonuna da o kıssaları günümüze taşıyan yorumlar eklemiş. Kalemine ve yüreğine sağlık.
Yukarıdaki kıssadan çıkarılacak hisseyi ise şu cümlelerle özetlemiş:
“Kazanmak ve kaybetmek...
Modern insanın dünyasına adeta kazırcasına yerleştirdiği iki önemli kavram. Fakat öylesine dünyaya daldık ki, kavramları tersyüz ettik.
Kazanırken kaybetmek gibi bir girdaba girerken kaybederken kazanmayı unuttuk. Daha da doğrusu kazanmak için kaybetmeyi, kazanmak için bedel ödemeyi göze alamadık. Böyle olunca da ‘cennet ucuz değil’ hakikatini tam sindiremedik...”
Geçen hafta Rasim özdenören ağabeyden söz ederken, onun ısrarla vurguladığı “zihinsel hicret”i anlamaya ve anlatmaya gayret etmiştik. Zihinsel hicret, işte “kazanmak ve kaybetmek” gibi tersyüz edilmiş ya da içi boşaltılmış kavramları, Kur’ân ve Sünnet’teki; bir başka ifade ile İslâm ıstılahındaki aslına yeniden irca etmek ve zihin dünyamızı, bu hayatî kavramların aslî anlamlarıyla buluşturmaktır. Bakın, âyet “zararsız/kesintisiz ticaret”i nasıl tanımlıyor?
“Allah’ın kitabını okuyup uygulayanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık harcayanlar, zarar etmeyecek/batmayacak bir ticaret umabilirler.” (Fatır 35/29) (‘Ticaret’in benzer bir anlamı için bkz: 61/10-12.)
Rabbim, maddi anlamda ‘kazandığını’ zannederken gerçekte ‘kaybedenler’den değil; dünyevi değer yargıları açısından ‘kaybediyor’ gözükse de hakikatte ‘kazananlar’dan eylesin.
“Muhakkak ki Allah, mü'minlerin mallarını ve canlarını, karşılığı cennet olmak üzere satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar; öldürürler ve öldürülürler. Tevrat'da, İncil'de ve Kur'an'da kendi üzerine hak bir vaaddir. Kim Allah'tan daha çok ahdini yerine getirebilir? öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. En büyük kurtuluş işte budur.” (Tevbe 9/111)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.