Kur’ân-ı Kerim nasıl okunmalı?
Kur’ân’ın hayat verici prensiplerini bugünün dünyasına taşımak için, onu dinamik bir bakışla, hayatın içinde/n ve hayata yepyeni bir yön vermek amacıyla okuyup anlamak ve uygulamalıyız. Vahyin nüzûlünün 1400. yılı yani “Kur’ân Yılı” dolayısıyla, bu konuda üç Müslüman düşünürün sözlerine kulak verelim:
Sezai Karakoç (Sütun, 1/194): “…Kur’an’ı okuyan, Sina Dağına çıkar, Hazreti Musa’yla birlikte Allahın büyüklüğü önünde yere kapanır, Kızıldeniz’in yarıldığını görür, denizin sularının iki yana açılarak yol verdiğini, arkadan gelen gurur heykeli ‘ordunun üzerine de bir cehennem gibi çullandığını gözleriyle görür, Cebrail, Hazreti Meryem’le konuşurken sanki yanındadır. Hazreti İsa ve havarileriyle birlikte gök sofrasının başındadır; Bedir Savaşında düşman gözüne meleklerle birlikte kum ve toprak atandır. Hazreti İbrahim’le birlikte bir pazar günü putları kırandır, Ad ve Semud kavimlerini alıp götüren sesi kulaklarıyla işiten, şehirleri döndüren kasırgada yaprak gibi dönen, kavminin dönüştüğü tuz kayalarına eliyle dokunandır. Allahın yarattığı güzellikleri Kur’an’la görür Müslüman. Kur’an’la düşünür, Kur’an’la anlar, hilkatin sırrına Kur’an’la erer. Müminin gözünden bakan o, elini kımıldatan o. Geçmiş zaman geleceklerin üzerine yürümesin diye, şimdiki zaman, parçalanıp yok olmasın diye, Kur’an, zamanın yorumunu ve anlamını getirmiştir. ‘Her şey Allah’ın önünde fanidir’ prensibinin içinde eşyanın rüzgâr gibi savrulduğunu görür Müslüman. Kur’an en ilerde olandır. Kim ki onunla beraberdir, o da ileridedir. Kim ki ona karşıdır, geridedir. Öbür medeniyetler Kur’an medeniyetinin yanında ölüdür. Ondan ışık alan, dirilir. Onun ışıklarından kaçan, mezarsız ölüdür. Kur’an yolundan ayrılanlar, sabahları cin çarpmışçasına yataklarından kalkarlar. Ab-ı hayat Kur’an’dır. İksir Kur’an’dır. Şifasız dertlerin doktoru Kur’an’dır. Genç nesli olgunlaştıran, olgun nesli genç tutan, kadına iffet, erkeğe vakar bağışlayan, toplumlara haşmet ve heybet getiren, mutluluğun mimarı, muştu şiiri, ölümü yenen teselli, ruhun zafer takı, kalbin rahmet anıtı Kur’an’dır.”
Aliya İzzetbegoviç (Doğu ve Batı Arasında İslâm, 22): “Kur’an’ın alelade bir okuyucu veya bir tahlilciye sistemsiz göründüğü ve birbirine zıt unsurları bir araya getirdiği intibaını uyandırdığı malumdur. Ne var ki Kur’an, edebiyat değil, hayattır. Dolayısıyla ona bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakmaya başlanır başlanmaz güçlük ortadan kalkar ve bu yanlış intibalar da değerini kaybeder. Kur’an’ın yegâne hakiki tefsiri hayat olabilir ve bildiğimiz gibi, Hz. Muhammed’in hayatı tam buydu. İslâm’ın öğretisi Kur’an’ın yazılı şeklinden anlaşılmaz ve mütenakız görülebilir. Fakat Hz. Muhammed’in hayatında tam manâsıyla tabii bir ahenk içinde, sevgi ile kuvvet, ulvi ile tabii, ilahi ile insani hususların pek müessir birliği olarak ortaya çıkar.”
Roger Garaudy (İslâm ve İnsanlığın Geleceği, 184-186): “İslâm bugün, doruğa ulaştığı dönemlerdekinden çok daha büyük yayılma imkan ve ufkuna sahiptir. …Hayatta kalması tehlikeye girmiş bir dünyaya İslâm yeniden umut verebilir. Kendisini çare bulunmaz bir çöküşe mahkûm eden, kısırlaştırıcı bütün ‘ictihat’ retlerinin ötesine taşıp bir zamanlarki ihtişamını sağlamış olan hayat verici prensiplere tekrar kavuşmasını bilirse, İslâm bunu başarabilir. Yeni gözlerle okunan Kur’ân, o zaman bütün gerçek azametiyle son vahiy olarak kendisini gösterir... Biz… bu dinin, diriltici ve yön verici sadakatini, geleneklerinin on asırlık can sıkıcı ve onur kırıcı lafızcılığında değil de ilk vahyinin dinamizminde arayacak olursak, tekrar bu insanlaşmaya katkıda bulunabileceğine inanıyoruz. Kur’ân’ın 1400 yıldan beri hep seçile gelmiş aynı bölümlerinin tekrarıyla yetinilmeyip, bu son vahiy, organik ve canlı bütünlüğü içinde yeniden okunursa...
Vahyin ilahi kelamı olan Kur’ân, geleneklerin insan sözüyle karıştırılmazsa...
Her âyetin, tarihin bir anında, bir halkın karşısına çıkmış somut sorunlara cevap vermek için ‘inmiş’ olduğu, bu âyetlerin ebedi değerinin kesinlikle soyut bir formül olmasından değil de canlı bir soruya canlı bir cevap niteliği taşımasından ileri geldiği ve her âyetin, bizi kendisinden hareketle günümüzün canlı sorularına canlı bir cevap bulmaya çağıran ebedi sorgulama değerini bizim için 14 asır sonra dahi muhafaza ettiği unutulmazsa...
Yüce Allah’ın, bize önceden hazır bir hakikati vermek için değil de bizim hakikat arayışımızı yönlendirmek için, insanların ifade tarzını aşan bir dille, yani îmâ yoluyla konuştuğunu unutmazsak...
Hz. Peygamber’in arkadaşlarının, ilk dört büyük halifenin, geçmişin büyük fıkıhçı/hukukçularının, sorumlu araştırıcılar olarak, Medine Toplumu’ndan çok farklı olan kendi dönemlerindeki bir devletin içinde karşılaşılan yeni meselelere çözümler bulabildiklerini hatırlar ve onlara sadık ve bağlı kalmanın, onların sözlerini tekrarlamak değil, aksine onların örneğini, onların yaratıcı ve sorumlu girişimini düşünürsek...
Onların kendi zamanlarının problemlerini, Allah’ın doğru yolundan ayrılmayarak halletmesini bildiklerini, kısacası, o büyük insanların bize her yerde işe yarayan, bir çeşit maymuncuk reçeteler değilse de yenilikleri göğüslemek için bir metod bıraktıklarını aklımızdan çıkarmazsak... İşte ancak o zaman İslâm, tıpkı başlangıcında olduğu gibi, yeniden canlı, evrensel ve herkese açık hale gelecek... Medine Toplumu’nun temel değerleriyle bereketlenip verimlenmiş bir toplumun umutlu geleceğinin kapıları açılacaktır...”
NOT: Her gün saat 18.00’de Berat TV’de yayınlanan “Kur’ân İklimi” programımızdaki sohbetlerimizi izleyebilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.