Hancı sarhoş, yolcu sarhoş..
Sayın Başsavcı'nın iddianamesini eleştirirken: “Keşke bu iddianame, Ana Muhalefet Lideri, Sayın Baykal’ın elinden çıkmış olsaydı. O zaman daha inandırıcı ve ciddi olabilirdi.” Hukuktan devre arkadaşım Sayın Vural Savaş başka… Bugünkü Sayın Başsavcı başka… Eski Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk’ün, bir telefonumuzla, Emine Şenlikoğlu Hanım Kardeşimize yaptığı bir iyiliği dün yazmıştık.
Birkaç gün önce, Sayın Ahmet Hakan’ın programında, ünlü hukukçular, Kapatma Davası hakkında konuşuyorlardı. Gecenin yıldızı Sayın Vural Savaş'tı. Başsavcı iken her yaptığı tabiî ki hoşumuza gitmiyordu. Bunu kendilerinin yüzüne karşı da kaç defa söylemişimdir. Şuna da samimiyetle inanıyorum ki; o hiçbir zaman Kutsal Dinimize karşı değildi. özellikle din sömürüsüne karşıdır. Tıpkı benim de Atatürkçülüğe değil, onu sömürenlere karşı olduğum gibi... Ben hayatımda, Mukaddes ve Mübarek Dinimizin siyasî çıkarlara alet edilmesinden, iğrenmeyen bir tek takva sahibi Müslüman'a rastlamadım. Ancak büyük yanlışlık şurada. Din ve Mütedeyyin kesimler denince bazı çevrelerin aklına hemen tarikatlar ve eli öpülesi cemaatler geliyor. Atatürk; uyuşturucu iptilasının ilkokullara kadar düştüğünü, ahlâkın gittikçe tefessüh ettiğini görseydi, herhalde bir çok anlamsız yasakları ortadan kaldırırdı. (Samimi Atatürkçüleri tenzihen soruyorum..) Bu ülkede Atatürk’ü sömüren sahtekârların sayısı din sömürücüsü sahtekârlardan daha mı az? Şunu mertçe söyleyelim. 83 senedir, savaş yüzü görmeyen bir milletin hali böyle mi olmalıydı? Atatürk sağlığında, Cumhuriyeti demokratik yönde geliştirmek için 2 deneme yapmadı mı? Buna rağmen Cumhuriyetimiz oligarşik bir zümre hâkimiyetine dönüştü. İşte bunun için halâ AB, ABD ve IMF kapılarında sürünüyoruz? Afrika’daki Kabile Devletçiklerinin ve Güney Amerika’nın Muz Cumhuriyetlerinin arkalarında nal topluyoruz? Bütün bu acı gerçeklere rağmen, (Sözde Atatürkçüler) attıkları zaman mangalda kül bırakmıyorlar. Atatürk sağ olsaydı bunların suratlarına tükürmez miydi?
Neyse asıl konumuz bu değil. Sayın Hikmet Sami Türk, “Sokaklara bakın. Oralarda, Türbanlı, Başörtülü, hatta çarşaflı kadınlardan geçilemediğini görürsünüz. İrticanın hortlamakta olduğuna bu fiilî durum örneği yetmez mi?” diyordu..
1960’lı yılların ilk yarısında, Ankara İlahiyat Fakültesi'nde, bir tek başörtülü bir kız kardeşimiz vardı. Bugünkü yaygaranın aynısını o zaman da yaptılar. İrtica hortluyor; Atatürk İlkeleri çiğneniyor; Lâik Cumhuriyet yıkılıyor; Rejim elden gidiyor diye şamata yapıp yaygara kopardılar.
Sorumsuz Basın bu olayı aylarca manşetlerden verdi. Pireyi deve yaptılar. örtünenlerin kahraman olacağı bir ortam oluşturdular. Etki, tepkiyi doğurdu. Bugün başörtülü kızlarımızın sayıları onbinlere, yüzbinlere varıyor. Bu fiilî durumu irtica, yalanları ve kanunsuz baskılarla önlemek (Anlayacakları dille) olanaksızdır. Tam aksine, baskı ve dayatma örtünme konusunu daha cazip bir hale getirir. Terör örgütleri ve bölücüler için de aynı hataya düşüldü ve düşülüyor da..
Bir avuç çapulcunun gücü nedir ki; Avrupa’nın en güçlü ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri karşısında 22 senedir direnebilsin? O canavarı da oluşturan sorumsuz medyadır. Teröristlerin amacı kendilerinden bahsettirerek güçlü görünmek değil midir? Basın onlardan bu kadar bahsetmeseydi, bölücü terör canavarı bu denli güçlenebilir miydi? Sessiz sedasız eriyip giderdi. Böylesi yasadışı örgütlerden hiç bahsetmemek, onları ölüme mahkûm etmekten daha beterdir. Silahlı Kuvvetlerimizin en üst düzey komutanı: “Genel Kurmay Başkanı Yalan Söylemez” diyordu. Elbette ki yalan söylemez ama, yanılmaz da mı? Yıllardır ‘İrtica, 1. öncelikli tehlikedir..’ diyorlardı. Bir an için bir otokritik yapsalar görecekler. Sorumsuz medya, bölücü terörü öylesine büyüttü ki; 22 senedir bir türlü kökü kazınamıyor. Ve maalesef koca Türk ordusu ile bayağı savaşıyor. Bu onların açısından büyük bir başarı değil midir? Sanal ve Uydurma İrtica (!) canibinde, bütün baskılara, dayatmalara, üvey evlat muamelelerine hor ve hakir görülmelere rağmen, askerimizin karşısına çıkıp da gık diyebilecek bir kızımız veya erkeğimiz var mı? Ordumuz yıllarca kiminle savaşıyor? Baskıcı, dayatmacı, şamatacı, yaygaracı, yalancı ve iftiracıların, mütedeyyin halkımızdan özür dilemesi gerekmiyor mu?
Devletle milletin barışıp kucaklaşmasının bundan başka bir yolu var mı? Saygılarım ve dualarımla...
Not: Bugün yatsı namazından sonra, Sultanbeyli Kapalı Spor Salonu’nda, okuyucularımızla sohbet edeceğiz.