Millet Anayasa yapabilir mi?
Anayasa değişiklik paketinin görüşülmesi tamamlandı ve Sayın Cumhurbaşkanı Gül de değişikliği onaylayarak referandum yolunu açtı... Paketin, yapılan yasal değişikliklere göre 60 gün içerisinde halkın oyuna sunulması gerekirken, Yüksek Seçim Kurulu 120 gün üzerinden takvimi belirledi; 12 Eylül 2010. Bu durum AK Parti yöneticileri tarafından eleştirildi; YSK 60 günlük süreyi hesaba katmalıydı diye... Doğrusu referandumun 60 gün içerisinde yapılması gerektiğini hukukçular da söylüyorlar... Bu durum Anayasa değişikliğine ümitlerini bağlamış insanlarımızı da tedirgin etmektedir... Türkiye’de olaylar çok hızlı geliştiği için, bu dört aylık süreye kimler, neleri sıkıştıracak göreceğiz... Önce ana muhalefet partisinin değişikliğin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne müracaatının sonucu alınacak. Ülke çok önemli değişimlere sahne olacak Rabbim izin verirse...
Bu tarih bilindiği gibi, 82 Anayasası’nı halk oylamasına sunan Evren’in başkanlığındaki İhtilâl Komitesi’nin, yönetime el koyduğu tarih... O günlerde ülke öyle bir terör saldırıları girdabına kapılmıştı ki, millete “artık bunu sivil yönetimler durduramaz” fikri iyice empoze edilmişti... Bunun daha sonra ihtilâlin olgunlaşması için planlanmış bir proje olduğu ifade edilmiştir... İhtilâl tarihinden günler önce ihtilâl olacağı söylentileri konuşuluyordu. Adeta ihtilâl beklenilir olmuştu... Bugünkü gibi Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı ve Kafes gibi eylem planları bilinmiyordu... Demek ki tek plan, o günün olgunlaşmış şartlarında ihtilâl için yetiyordu... O da hayata geçirildi... 11 Eylül gecesi saat 24.00 sularında, bir dostumu ziyaret etmiş, evime dönüyordum... İstanbul’da, Vatan caddesinden eve yöneldiğimde, tankların cadde boyunca hareket ettiğine şahit oldum... Yani ihtilâl herkesin gözü önünde yapıldı... Tabiî ki ertesi gün yönetim el değiştirdi... Tüm terör eylemleri de durdu... Siyasi liderler tutuklandı... Tutuklu bulundukları süre içerisinde birbirlerini dinlemek ve anlamak imkânına sahip olduklarını; dostluklar oluşturduklarını basından takip ediyorduk... Bunların içerisinde şimdi 82 Anayasası’nın değişikliğine karşı duran Baykal da bulunuyordu. Sadece siyasiler değil, o günlerde olaylara karıştıkları tespit edilen öğrenciler de cezaevlerini doldurmuştu. Onlara yapılan işkenceleri bugün anlatacak çok aydın bulabilmekteyiz.. İhtilâlden bir yıl sonra, yani Anayasa’nın halk oylamasına sunulmasından 1 yıl önce bugün hep eleştirdiğimiz ama bir türlü demokratikleştiremediğimiz Yükseköğretim Kanunu yürürlüğe girdi...
İhtilaller, hep üniversitelere şekil vermek istemişlerdir... Onun için 1960 ihtilâlinden ve 12 Mart muhtırasından sonra da ilk defa üniversite kanunları yapılmıştır veya köklü değişiklikler uygulanmıştır... Yani ihtilâlciler önce üniversite kanunu ve sonra da Anayasa yaparlar... Bu nedenle üniversite kanunu ve Anayasa yapabilmek bir gücün, iktidarın ifadesi olmaktadır; dikkat edilirse sadece Anayasa yapmak değil... Millet bir üniversite yasasını ve bir Anayasa’yı ne zaman TBMM eliyle yapabilirse, işte o zaman gerçekten egemenlik ona geçecektir... Bugünlerin de geleceğine inanmaktayım.
AK PARTİ’NİN ÜNİVERSİTE KANUNU’NDAKİ
DEĞİŞİKLİK ÇABALARI
AK Parti’nin 2002 seçimleri sonrası iktidara gelişi ile ümitlerimiz arttı. O güne kadar YÖK Kanunu’nda birçok değişiklik yapılmıştı... Ancak kanunda ihtilâl havası kokuyordu, hâlâ de kokuyor. Öğretim üyelerinin akademik kurulları kendi sorunlarını çözebilecek yetkiye sahip değildir... Ben yaptım oldu havası benzeri uygulamalar hâlâ da vardır. Keyfîlik, geçen yazımda da belirttiğim gibi almış başını gidiyordu... Kişilere bağlı olarak uygulamalar çok farklılaşıyordu... Nitekim 2547 sayılı YÖK yasası ve 82 Anayasası çıktıktan sonra başörtüsü ile ilgili hiçbir yasaklama bulunmaz iken; rektörler bunu uygulamaları ile yasak hale getirebilmişlerdir... Öyleyse bu zihniyet hangi dilden anlıyorsa, o şekilde ifade etmek gerekiyor!.. Üniversiteler öğrenci varsa vardır; öğrencisini ve milletini mutlu edemeyen üniversite yönetimleri, kendilerini gözden geçirmelidirler... Sorunlarımızı çözecek yönetimler istemek, anamızın ak sütü gibi helaldir... Onun önünde durulamaz...
İktidar olmanın ilk ilkesi olan, Yükseköğretim Kanunu’nda olması gereken demokratik değişiklikleri yapmakta AK Parti başarılı olamadı... O sıralarda yapılan hazırlıklar yeni bir kanun yapmaya yeterli olmasına rağmen, her kesim bu değişikliğe destek veriyor iken nedense bir küçük değişiklik paketi hazırlandı. Nedense diyorum; çünkü bunu tahmin edebiliyorum. Bu değişiklik paketi de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den döndü... Daha sonra Cumhurbaşkanı’nın gerekçeleri de göz önünde bulundurularak YÖK yasasının yeniden çıkarılması isteklerimizi, Cevahir Otel’deki Birlik Vakfı’nın düzenlediği toplantıda dile getirdim... Ancak Sayın Erdoğan o gün bana katılmadığını söyledi, bedel ödeyemeyiz dedi... Bu toplantının öncesi ve sonrası gelişmeleri ayrı bir yazımda dile getireceğim... Tarihe bir not düşmek için... Ben hizmet etmeyi karakterim haline getirmiş biriyim... Sözlerim hiç kimseye zor gelemez. Onları söylemek benim hakkım, dinlemek de onların görevi... Ben vatandaş olarak oyumla bu görevi onlara verdim. O gün şahsım için de bir şey istememiştim... Sadece evlatlarımız için bazı çözümleri dile getirmiştim... Çok istiyordum bu Meclis bir üniversite yasası yapsın... Çünkü bu adımla milletin gerçek iktidarına kapı açılacaktı... İktidar bir YÖK kanunu yapabilseydi, Anayasa’yı da yapmanın zeminini hazırlamış olurdu... Üniversiteleri; öğretim üyelerini ve öğrencilerini mutlu etmiş bir iktidarın gücü ve ona oluşacak destek, bugünkünden çok daha farklı ortaya çıkardı... Dilerim hiç olmazsa bu değişiklik paketi hayata geçirilebilsin... Şimdi hakim güçlerin karşımıza diktikleri solun gerçek aydınları bile buna destek veriyorlar...
BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ’NİN TARİHİ ROLÜ
BDP, Anayasa değişiklik paketini desteklemedi... Bugün 68’ler olarak duruş sergileyen, o günün Marksist-Leninistleri ile birlikte hareket eden Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın damarından gelen BDP; 12 Eylül Anayasası’nın değişimine karşı tavır koydu... BDP’nin İmralı’dan aldığı direktifler doğrultusunda bu yolu izlediği ifade edilmekte... Parti kapatılmasının TBMM’nin iznine bağlanması konusundaki ilgili maddenin oylamasına katılmadılar; parti kapatmanın en çok mağduru bu ekip olmasına rağmen... Ancak CHP’nin oylama sonucu sevinç çığlıklarına içerleyen bir demokrat BDP’li İstanbul Milletvekili Sayın Uras, sonraki oylamaya vicdanını dinleyerek katıldı; partinin eleştirilerine rağmen...
Demokratik açılım diye başlayan, ancak daha sonra Kürt açılımı olarak gündeme oturan meselenin, bu insanlarla çözülmesinin mümkün olamayacağı, bu olayla da ortaya konulmuştur... Demokrat olan bazı sol düşünürlerimizin Kürtlerin problemlerine bakışı ile BDP’nin bakışı birbirini tutmuyor... Kürtler de dahil ülkemizde birçok mağdur grupların sorunlarının demokratikleşmeyle çözüleceğine inanan dürüst sol kesimin aksine, Kürtleri temsil ettiklerini söyleyen bu milletvekilleri, çözümü onlar kadar istemiyorlar... Çünkü yavaş yavaş sorunun çözümüne giden yolda AK Parti’nin kazanacağı başarılar, kendilerini ürkütüyor... Tabanlarının zaman içerisinde onları yalnız bırakacağından korkuyorlar... Bunlar aynı zamanda ideolojik olarak farklı duran Kürtlerin de siyasete girmesinin önünü kesmeye çalışıyorlar... Ancak su yolunu bulacaktır. Kürtlerin gerçek temsilcisi bu milletin evlatları, siyasette problemin çözülmesini sağlayacak; tabanda bu iki toplum kucaklaşacaktır... İnanç itibariyle tabanından kopmuş bu milletvekillerinin sadece Kürt olmaları, sorunun çözümünde işe yaramaz...
Ne Türkler var, inançlı Türklerin düşmanı!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.