Darbeleri ve zalimleri unutmayacağız
Has Parti, 28 Şubat post-modern darbesi ile ilgili olarak dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, emekli Tümgeneral Osman Özbek ve dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz hakkında suç duyurusunda bulundu. Ayrıca 28 Şubat 1997 günü, tankların yürütüldüğü Sincan’da “Tankın sesi değil, halkın sesi” sloganıyla bir halk yürüyüşü gerçekleştirecek... HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin tam anlamıyla demokratikleşmesi için 28 Şubat’ın aydınlatılması gerektiğine işaret ederek, halk iradesinin üzerinde hiçbir iradenin olamayacağı, millet ne diyorsa onun herkes tarafından kabul edilmesi gerektiğine inandığını” ifade etti.
12 Eylül 2010 referandumundan sonra başta 12 Eylül 1980 darbesi olmak üzere 28 Şubat post-modern darbesi ve 27 Nisan e-muhtırası hakkında suç duyuruları gerçekleşmeye başladı. Ankara Özel Yetkili Savcısı Mustafa Bilgili de soruşturma başlattı. Bilgili önce 28 Şubat kararlarının alındığı dönemde görevli dört sivil memurun ifadelerine başvurdu. Askerin verdiği brifinglere katılan hâkim ve savcıların da “verdikleri kararların” yeniden gündeme gelebileceği yazılmakta; ayrıca dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün Çevik Bir ile yazışmalarını içeren dosyalara da el konulduğu ifade edilmektedir.
28 Şubat’ın en önemli aktörü İ.Ü’nin o dönem rektörü olan Kemal Alemdaroğlu’dur. 28 Şubat’tan birkaç gün sonra, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölüm Başkanı iken, bölüme bağlı anabilim dallarının eğitimleri sırasında başörtülü öğrencilerin uygulamalara alınmaması için emir vermiştir... Rektör seçildikten sonra da onun yardımcısı, sağ kolu gibi çalışan iki numaralı fail CHP milletvekili Nur Serter’dir. O da sağlık karnelerinde ve sağlık raporlarında başı açık fotoğraf dayatması ile Medine Bircan’ın ölümüne neden olan işlemlerin ve öğrencilerin “başörtülerini çıkararak üniversiteye girmeleri gerektiğini” kameralara kaydederek uygulanan “ikna odalarının” mucididir. Bunlar sivil generaller olarak, askeri disiplin içinde gelen emirleri harfiyen uygulamışlardır. Daha sonra da diğer üniversite rektörleri Kemal Gürüz’ün organizatörlüğünde aynı baskıları tekrarlamışlardır. O dönemde başörtülü eğitim almak istedikleri için ceza alan ve üniversiteden atılan başörtülü kız öğrencilere yapılanların hukuka uymadığı gerekçesiyle, işlemi iptal eden idari mahkeme üyeleri, ülkenin değişik yörelerine sürdürülmüşlerdir. Bu nedenle Gürüz’den daha önce Alemdaroğlu ve Serter hakkında suç duyurusunda bulunmak gerekir.
Gerçekten 28 Şubat’ta başlayan ve “irtica ile mücadele” adıyla yapılan baskı ve zulümler bu ülkenin inanan insanlarını mağdur etti, toplumda derin yaralar açtı. Neredeyse insanlarımızın çoğu fişlendi... Bir hükümet iktidardan indirildi. Ana-Sol hükümetinin kurulmasının ardından başörtülü öğrencilerin üniversitelere, okullara sokulmayışı ve Anayasa’nın teminatı altındaki eğitim haklarının ellerinden alınması, İHL’lerinin orta kısımlarının kesintisiz 8 yıllık eğitim modelinin uygulamaya konulması ile fiilen kapatılması, üniversiteye girişte meslek liseleri ile düz liseler arasına katsayı farkı getirilmesi, böylece ülkemizde meslekî eğitimin bitirilmesi, bu dönemin satır başları olarak ifade edilebilir zulümleridir. Bu şekilde mağdur edilen binlerce öğrenci, memur ve esnaf oldu.
28 Şubat darbesinden neler çıkarılabilir?
Aradan 15 yıl geçti. Ama hâlâ bu zulümleri bilmeyen genç insanlarımız var. Doğrusu yaşanan mağduriyetleri yeni nesle anlatarak unutturmamak gerektiğine inanıyorum. Her 28 Şubat’ta bu yapılmalı. Ancak bunun yanında hatalarımızı ve yapmamız mümkün iken yapmadıklarımızı / yapamadıklarımızı da değerlendirmemiz gerekir. Sadece zalimleri suçlu kabul etmek yetmez. Bir daha 28 Şubat’lar yaşanmaması için barış ve huzur içindeki günlerimizi nasıl değerlendirmemiz gerektiğini düşünmeliyiz.
Her şeyden önce inanan insanlar olarak bu olayları kendimiz için bir imtihan kabul etmeliyiz. 28 Şubat döneminde üniversitelerde zulme karşı direnen mağdur öğrencilerin yanında duran bir elin parmakları kadar üniversite hocası zor çıkmıştır. O dönemde zulme karşı en azından susmamamız gerekirdi... Zaman zaman 12 Eylül döneminde üniversite öğretim üyelerinin darbeciler karşısında el-pençe duruşlarını eleştiririz. Bu haklı bir eleştiridir. 28 Şubat döneminde öğretim üyelerinin zulme karşı sessiz kalmaları da kabul edilemez. O dönemde bu millete bağlı dik durmak ve sadece Allah (cc)’tan korkarak doğruları söylemek için, bir kısım öğretim üyeleri olarak Üniversite Öğretim Elemanları Dayanışma Derneği (ÜNDER)’ni kurduk. Bugün daha farklı bir ortamda hizmetlerimizi yürütmeye çalışıyoruz. Ama ilkemiz bellidir; doğruları çekinmeden ifade etmek... Bu tavrımızın geçmişte, 28 Şubat döneminde bedelini ödedik... Bundan hiç rahatsız değiliz. Dünyada kaybettiklerimizin Yaradan’ın nezdinde kazandıklarımız yanında nokta kadar önemi yoktur. Bu günlerde de ilkelerimizi yaşatmanın bir bedeli olacaktır. Amacımız makam ve mevki olmadı, olmayacaktır. Rabbimizin sevdiği işi yapıyor olmanın kazandıracağı çok şey bulunacağına inanıyoruz. Unutmayalım ki; bu toplum öğretim üyesi olmanın gereğini yerine getirmeyen / getiremeyenlerden gelecekte sebeplerini soracaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.