MGSB değişecek mi?

MGSB değişecek mi?

Geçtiğimiz Ocak ayının son günlerinde ortaya atılan Balyoz darbe planıyla birlikte TSK İç Hizmet Kanununun darbelere dayanak olarak gösterilen 35. maddesi ile EMASYA protokolünün yanı sıra, “gizli anayasa” diye nitelenen Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de bir defa daha kamuoyunun gündemine gelmişti.

O tartışmaların pratikteki neticesi, EMASYA protokolünün yürürlükten kaldırılması oldu. Ama protokolün dayandığı İl İdaresi Kanunu 11-D maddesi durduğu için değişen birşey olmadı.

TSK İç Hizmet Kanunu 35’in kaldırılması veya en azından düzeltilmesi hiç gündeme gelmezken, MGSB bir miktar konuşuldu. Meselâ Başbakan, “genelge” olarak niteleyip “Kanunî geçerliliği yok” dediği belgenin içeriğinde yapılacak değişikliklerle ilgili olarak şu mesajları verdi:

“(İç tehdit bahsinde) Asla böyle birşeyi düşünemeyiz ve bu tür yapılanmalara, bu tür zemini oluşturmaya müsaade edecek imkânlara fırsat vermeyecek şekilde bir düzenleme yapılacak.”

Oysa 2005’te yapılan revizyonda da böyle bir tehdit değerlendirmesini devam ettiren ve bir numaralı iç tehdit olarak yine irticanın gösterildiği belgeye, Erdoğan hükümeti “evet” demişti.

Ve belgenin yine güncellenmesi gündemde.

Konuyla ilgili habere göre, Ağustos MGK’sında sonuçlandırılması öngörülen güncellemede, Başbakanlıktan bir yetkilinin ifadesiyle, “Anayasa ve yasalarda suç olarak tanımlanmayan hiçbir fiil, belgede yer almayacak.” (Habertürk, 17.5.10)

Demek ki, belgenin mevcut halinde bu durum var ve bunun düzeltileceği sözü veriliyor. Ama yürürlükteki anayasanın, daha başlangıç metninde “Hiçbir faaliyet Atatürkçülük karşısında korunma görmez” hükmü hâlâ duruyorken, bu anayasayı referans gösteren bir anlayışla “gizli anayasa”da hangi köklü değişiklik yapılabilir ki?

Haberde “İç tehdit tanımı değişecek” denilirken, iç güvenlikte sorumluluğun İçişleri Bakanlığında olduğunun vurgulanacağı, TSK’nın görevinin dış güvenlik olarak belirleneceği belirtiliyor.

Referanduma gitmesi söz konusu olan anayasa paketinde buna ilişkin bir düzenleme yokken, ayrıca kâğıt üzerinde İçişleri'ne bağlı gözüktüğü halde fiiliyatta çok farklı bir işleyiş sergileyen Jandarmanın konumundaki “deve mi, kuş mu” ikilemi sürüyorken bunun nasıl olacağı meçhul.

Yine habere göre, yeni belgede irtica gibi genel, soyut ve muğlâk ifadeler olmayacak. Terör ve suç örgütleri, terör örgütü PKK, dini istismar eden köktendinci terör örgütleri El Kaide, Hizbullah gibi somut ve net tabirlerle ifade edilecek.

Burada hemen, MİT Güvenlik İstihbaratı Başkanlığı Yıkıcı Dinî Faaliyetler Daire Başkanlığının “2010 yılı takip listesi” olarak basına yansıyan liste akla geliyor. O listenin 1. derece örgütler kısmında Nurcu Gruplar, Nakşibendilik, F. Gülen Grubu, Süleymancılık, İHH, Alevilik, Caferilik gibi, hangi mantıkla oraya konulduğu anlaşılamayan birbiriyle de alâkasız maddelere yer verilirken, ASDER ve AKDER’in 2., Mazlum-Der’in 3. derece örgütler içinde gösterilmesinin (Vakit, 29.4.10) “hikmet”i de pek anlaşılamıyor.

2010 Türkiye’sinde, AKP iktidarının 8. yılında MİT kaynaklı böyle listelerin ortalıkta dolaşıyor olması, yine gizli anayasanın mı bir tezahürü?

Ve belge bu defa gerçekten düzeltilecek mi?

Cumhurbaşkanı bu soruyu “On sene önceki demokratik standartlarımızla bugünkü aynı mı? Bu belge kanun da değil, anayasa da. Demokratik hukuk devletinde böyle olması mümkün değil. Yenilenirken, bugünkü realiteyi dikkate alarak yazılacağına inanıyorum” diye cevaplamıştı.

Bizim de temennîmiz o. Ama işin gerçeği, öyle yapılacağından emin olamıyoruz. Ergenekon ve Balyoz operasyonlarına rağmen askerin kritik meselelerdeki mâlûm duruşunda hiçbir değişikliğin olmaması ve EMASYA sisteminin, “Protokol iptal edildi” açıklamasından sonra da aynen devam etmesi, bu endişelerimizi teyid ediyor.

Bu kısır cendereyi ne zaman kıracağız?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi