Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Adâlet, kamu vicdanını tatmin edecek şekilde uygulanamazsa..

Adâlet, kamu vicdanını tatmin edecek şekilde uygulanamazsa..

Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir ‘Hasbihal’e daha, selâmla..
-Yasemin Mıhçıoğlu Eskişehir’den yazıyor: ‘İnsanların ferdî ilişkilerinde ortaya çıkan çok zâlimâne uygulamaları hemen her gün dinliyoruz.. Ama, sosyal hayattaki âdaletsizlikler daha yaralayıcı oluyor, toplumu zehirliyor. Bir hukukçu olarak bazen, ben bile tereddüde düşüyor ve ‘sahi, adâlet bu mu?’ diyorum. Halbuki, halkımızın kültüründeki adâlet anlayışı, ‘şeriatin, kanunun kestiği parmak acımaz’ sözünde billûrlaşıyordu.. Ama bugün, her uygulamaya şübhe ile bakılıyor.. Demek ki, ya uygulanan adâlet değil, ya da, halkın adâlet anlayışı çarpıtılmış.. Ben biraz Batı dünyasında kaldım ve orada adâlet anlayışında bizdeki gibi bir çarpık tablo görülmüyor. Kanun genelde, kabul görüyor.. Bunu nasıl izah etmeli?’
*çözüm sizin satırlarınızın arasında.. Batı dünyasından örnek veriyorsunuz. Orada genelde, adâlet adına, kanun adına toplumun karşısına çıkarılan hükümler, halkın genelinin vicdanını yaralamıyor, genel rızâyı, ‘consesus’u yansıtıyor. Orada, ‘Değiştirilemez, dokunulamaz kanunlar’ yok çünkü.. Bir kanuna karşı, itiraz sesleri yükselirse, siyasetçiler ya, ikna ediyor veya yeni düzenlemeler yapıyor, ya da seçimle safdışı oluyor, seçilenler kamu vicdanının beklediği kanunları getiriyor.. Bizde ise, adâlet diye halka sunulanların pek çoğu, halkın vicdanında ma’kes bulmuyor, halkın kalbindeki ölçülerle örtüşmüyor.. Ve bunlar halkın seçtiklerince de değiştirilemiyor.. Problemin kaynağı, bu noktada.. Keza, kanundan maksad, kamu düzen ve maslahatıdır.. Adâlet adına birtakım zorbalık ilkeleri uygulanırsa, kamu düzen ve maslahatı elbette tehlikeye düşer ve toplum içten içe huzursuzlaşır ve hattâ çürür.
-Atilla Tunahanoğlu (‘tevhidhaber.com’ sitesinde) yazıyor: ‘Son siyasî kavga, ‘statüko’nun korunması adınadır. Derinleşen çelişki, statükoyu, din adı altında koruma arzusundaki AK Parti’yi kendisine daha fazla muhtaç hâle getirtecektir. Sahnelenen son oyun budur. (A. Tunahanoğlu bir diğer yazısında, çanakkale Savaşı üzerine de şöyle yazıyor: çanakkale’den geçmek isteyenlerin hedefi, Osmanlı yurdunu işgal için değil, çarlık Rusyası’na yardım idi. Nitekim, Lenin, ‘1915 yılındaki çanakkale Savaşı’nın kendileri açısından önemli sonuçlar doğurduğunu ve 1917 Devrimi’nde etkisi olduğunu’ söylüyor. Böyleyken..’
*İç siyasî yorumlarınız tartışılabilir.. Her hadiseye, kişi, baktığı veya durduğu yere ve sahib olduğu bilgi ve değerler sistemine göre muhtelif yorumlar getirebilir.. çanakkale’ye gelince.. Bu savaşın, 2,5 sene sonra meydana gelen Bolşevik / Komünist İhtilali’ne etkisi olmuş olabilir. Ama, asıl hedef, çarlık Rusyası’na yardımdan önce, Osmanlı’nın kalbinin vurulması idi; başarılı olamadılar; ama sonra, hedef coğrafî ve kültürel açıdan başka türlü başarıldı..
-Yıldırım Demir (aynı sitede) yazıyor: ‘Tunahanoğlu’nun yorumuna katılmak mümkün değil.. Türkiye’de bir irtica paranoyası /‘laiklik elden gidiyor’ hezeyanları bitmez.. Problem orada..’
-AçS (Tevhîdhaber.com’da) yazıyor: ‘çanakkale Savaşı ile ilgili yazınızda, (o günkü vatan coğrafyasının her bir yanından, İslâm sancağını yere düşürmemek ve o ateş içinde inanç değerlerine kanlarıyla su vermek için, dünya hayatından geçen, her ırk ve kavmden onbinler.. Ama, acıdır ki, çanakkale’deki Osmanlı Orduları başkomutanı, bir alman generali olan ‘Liman von Sanders (Paşa)’ idi.) diye kendiniz yazıyorsunuz.. Gerçeği kabul etmek zor gelir belki, ama yine de yazayım. Siz gavur komutanının askerlerine şehid diyorsunuz. Hata, ruhunuza işlemiş; siz doğru olana kolay dönmezsiniz..’
*çanakkale’deki orduların komutanı evet, bir alman generali idi; ama, o askerlerin herbirisi, Osmanlı Padişahı’nın ‘cihad-ı mukaddes’ ilân etmesi üzerine, en elverişsiz ve yoksul şartlar içinde, İslâm’ın savunmasına katılmak için cebhelere koştular.. Benim bu değerlendirmemden sonra, ‘hata ruhunuza işlemiş, doğru olana kolay kolay dönemezsiniz..’ demenizdeki mantığı anlayabilmiş değilim.. Anlaşılıyor ki, sözümü anlatamamışım veya kavmiyetçilik taassubuyla yazmışsınız. İnsanlar arasında iman, taqvâ ve faziletten başka bir üstünlük ölçüsü yoktur. Müslüman insan, aklını ‘türk, kürd, arab’ vs diye bozmamalı. Biz, İslâm Milleti’ndeniz..
-Zafer Durak (yukardaki okuyucuya) yazıyor: ‘Doğru, sonra o insanların mücadelesinin üzerine laik bir rejim kurulmuş, ama, dünya hayatından geçenler, İslâm’ı korumak için çağrıldıkları bir savaşa katıldılarsa.. Değerlendirmelerde âdil ve gerçekçi olmak gerekiyor..’
-Melih Koşucu yazıyor: ‘İ. ö’in ‘türklük’ yaklaşımına bakışınızı merak ediyorum.. O, türk deyince cihad edenleri kasdediyor.. ‘çanakkale’de şehîd olan arab’ da ‘türk’tür’ diyor..’
*O görüşe kesinlikle katılmıyorum.. Cihad edene şu veya bu kavmin ismi verilmez, mücahid denilir. Tefekkür etmek güzeldir; ancak, her düşünce, mutlaka doğru mânasına gelmez..
-Kasım Gürler (tevhidhaber.com’da) yazıyor: ‘Bir eğitim paneli üzerine hemen İLKAV’ın kapatılması için dâva açıldı. O zaman zorbaları memnun etmek için dâva açanların şimdi vâveylâ koparmaya hakkı yok. Adâlet herkese lâzımdır. Etme-bulma dünyası, bu..’
*Bir dava açılması, size, bir başka uygulamaya ‘ohh’ dedirttirememeli.. Bir uygulamaya ‘doğru’ veya ‘yanlış’ diye yaklaşabilirsiniz; ama, hatalar sayarsanız, o zaman bütün derneklerin, partilerin kapatılması, herkesin susturulması lâzım gelir.. Ama, ne adına?’
-Salih öcal yazıyor: ‘AK Parti hakkındaki iddianame, Yalçın Küçük isimli prof.’un ‘mücevher’leriyle aynı paralelde.. ‘Beraber mi hazırlamışlar?’ dedirttiriyor insana..
-Muradî (geçen haftaki Pazar Hasbihali üzerine, ‘haksoz.net’te) yazıyor: ‘Hudeybiye Anlaşması’nın uzlaşmacı metodla hiçbir alâkası yoktur. Kâfirûn sûresine bakılmalı..’
*Uzlaşma, teslimiyet değildir. Hudeybiye’yi, ‘psikolojik üstünlüğü yitirmemek’ dikkatiyle yapılmış bir anlaşma olarak zikrettim. Hatırlayalım ki, Hudeybiye’de, muşrikler anlaşma metnindeki ‘Resulullah Muhammed’ ibaresine bile karşı çıkınca, Resul-i Ekrem (S), bunu onların mantığı açısından yerinde görerek, o ibareyi sildirip yerine ‘Muhammed bin Abdullah’ yazdırıyordu. Kezâ, Resul-i Ekrem (S), Mekke’den kaçıp Peygamber’e sığınan bir mu’minin müşriklere iade edilmesi gibi ağır bir şartı bile kabul zorunda kalıyordu.
-M. Fatih (tevhidhaber.com’da) yazıyor: ‘Yazılan yorumları okumuyor musunuz?’ Laisizme bağlı ve İslâm hukukuna çağdışı diyen bir .....’ı, hâlâ müslüman mı sayıyorsunuz?’
*Sorduğunuz konuda yetkili değilim.. Yorumlarınıza gelince.. çeşitli sitelerdeki bütün yorumları görmem imkânsız. Yorum yazanların bir de ‘e-mail’ adresime tıklamaları ricasıyla..
-Ziya Felek yazıyor: ‘Son günlerde, Abdulkerîm Surûş’un yeni/tuhaf görüşleri tartışılıyor.. Konuya sizin yaklaşımınızı da bekliyoruz.. Bu konuya niye değinmiyorsunuz?’
*Doğru.. Günlük hadiselerin harareti, o konuyu erteletti.. İnşaallah, önümüzdeki hafta..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi