Yolcular gitmese de yol Allah’a gider (2)
Yol açıktır yola çıkmak lazım. Yola çıkana şeriat suyunu içirmek lazım. Esasen biz annemizden doğar doğmaz yola düşmüşüz. Yola çıkmamak bizim elimizde değil, bizler gözümüzü yolda açıyoruz... Birilerinin önümüzde, birilerinin arkamızda olduğunu görüyoruz... Biz birer yolcuyuz. Hayat Allah’ın rızasına vesile kılınabilir. Allahû Teâla uyarıyor: “Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekincilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer, sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çer çöp olur. Ahirette çetin azab da vardır. Allah’ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır. Dünya hayatı ise, sadece aldatıcı bir geçinmedir.” (Hadîd Suresi/20) Şu hadîste, ahiret hayatını esas alan kimsenin, kendini nasıl değerlendirmesi gerektiği anlatılmaktadır: “Dünyada “garip” veya “yolcu” gibi ol.” (Buhari, Rikak3, Tirmizî, Zühd 17, Tuhfetu’l-Ahvazî 6/625) “Garîb”, öz vatanında olmayan, gurbette yaşayan demektir. Böyle birisi için çevresi hep yabancıdır, bir an önce asıl vatanına gitmek, evine barkına, ailesine, dost ve akrabalarına kavuşmak ister. Garîp, gurbete bağlanmadığı gibi “yolcu” da yol güzergâhına bağlanmaz, hedefi asıl vatanıdır. Öyleyse mü’min, dünyayı sâbit bir vatan görüp bağlanıp kalmamalıdır. Kişi, efendisinin bir iş için, bir yere yolladığı kimse gibidir, verilen işi hemen görüp çabucak dönme durumundadır. (İbnu Hacer, Fethu’l-Bâri 14/9) Oyalanmak, yol yürüyenin vasfı değil, yola yatanın vasfıdır. Bizler her gafleti yaşıyoruz. Yolculuğumuzu unutunca vahalarda zamanımızı zindana çevirdik.
Zamanımız bizi tutuklayan zindanımız oldu. Zamane müsveddeleri, anlarımızı, anılarımızı parsellediler. Zaman dilencileri olduk. Zaman avcılarının avucuna düştük. Zaman, kafdağının arkasına gizlenmiş bir dilberdir görünmeyesi. İğne oyası edasıyla en bilge hüzünleri dokur kozasında. Ilık bir ürperti olur her gün batımı. Zamanın bu en karası, en onulmazı ellerinden tuttu insanlığın, bırakmayası. Erdem yosun tuttu taş yüreklerin çatlaklarında. Önemli olmak isteminin dışında, değerli olmak düşüncesi ırgalamaz oldu yüreklerin erdemini. Erdemleri eritenler, günlerimizin tadını çaldılar. Artık elma kokulu günlere hasret kaldık. Nerde elma kokulu günlerimiz? Nerde gün görmemiş masum sevdalarımız? Modern hayatın içine sıkışmış tek perdeli bir dramın oyuncuları olduk. Özden ırak bir yürüyüşün buruk tadı yaktı genzimizi. İttekullah nakışlı şehadet giysilerini giyerek yola çıkan yolcularımız azaldı. Yarım kalmış bir ezginin tınısı gibi gitmese de gönlümüzden, zaman çalakalem unutturdu gideni, üç kuruşa düşürdü kent pazarlarına utanmayası. Gelip geçer bir kesretin ucuna tutundu, bedbaht gönlümüz. Gönül şimdi bir med-cezir meydanıdır, yürek şimdi er meydanıdır; harmanlanır acılar bir uçtan bir uca.. Şafakları öpen güneşin erguvani dudakları, her taze ve yeni günü getirse de saatler hükümsüzdür. Hızlı akan bir anaforun içinde ruh ve beden ayrılmıştır artık hiç buluşmayası... Kesretin ağır ayakları geçmiştir kalbimizin üzerinden, ezilip yaralanmıştır dil hanesi. Kuşku motifleri sarmalamış hayatın kalbini, tükenişin çığlığını duyuruyor her biten sevda, her tükenen an ve zaman.
Uysal koyun mezhebine girenlerin dergâhına vardık. Cellâdımıza bin yılın baharını verdik. Kıtalar ötesinde gelse de bahtımıza güz. Yoluna devam eden yolcu kalmayacak öksüz. Yüreğimizi verelim yüreğimizin sahibine. Ulaşacağız çile denizinin dibine…
Umutlara ateş edenlerin icraatına kanun demişler. Kanun kayanlarının arkasına sığınanlar sırtlanları bile geçmişler. Bırakın insanları çığlık atıyor martılar. Memleketi sarmış kara kâbuslar. Her taraftan esiyor ruhumuzun canını kokutan rüzgârlar.
Müslüman’ın lügatında yola yatmak veya yolu satmak yoktur. Umudumuz imanımızdan gelir. İman ayaklandırır damarlarımızdaki donuk kanı. Rabbimize giden yollarda bir elif gibi mağrur, bir mim gibi olabilmeliyiz ki umutlarımıza yağmur yağsın. Umutlarımıza yağmur yağacak. Analar taşlardan su sağacak.
Vakit Allah’a giden yollarda yürüme vaktidir. Vakit vahalara takılıp kalma vakti değildir. İnsan dünya ile bağlarını hep gevşek tutmalı. Ebediyen kalacakmış gibi değil; her an gidecekmiş gibi basmalı ayağını yeryüzüne. Çünkü hiçbir anınızın garantisi yoktur. Her an o an olabilir. Süreklilik diye bir şey yoktur. Bir andan diğerine geçmek kendi elimizde değildir. Dokunulmazlığımız üzerine kurduğumuz sırça sarayın yıkılışını haber verir içimizde yükselen “ah!”lar. Gururun kalesinin yangına verilişine denk düşer hatamızın utancını kıpkızıl yüzümüze taşıdığımız anlar. Vahalara takılıp Allah’a giden yolları boş bırakanlar, Allah demeyi unutanlardır. Yol muallimlerinden birisi haykırır:
“Allah diyelim dâim, Yolda duralım kàim!”
Düştük mü sevdamızla yaban ellere. Daldık mı İbrahim (as) gibi ateşlere. Nabız durmuşsa hastada vefa kalır mı çırak ile ustada. Enbiya, Sahâbe, Tabiin, Tebetabiin bize usta, bilgi, ilgi, sevgi ve saygı çırak. Bu yol bedel ister, yolumuz ırak. Bedel candır, maldır, kandır, tembelliği bırak!
Yol yürüyenlerle yola yatanlar hiç bir olur mu? Küresel trajedi karşısında tiraj derdine düşenler, inandıkları değerleri satışa sunanlar, çizgi-çıkar çatışmasında çizgisini bozanlar, kardeşliğin yerine “kâr”daşlığı geçirenler, mahremiyetin yerine moda, model ve markayı geçerli kılmaya kalkışanlar, vahalara takılı kalanlardır. Vahalara takılı kalmak istemiyorsan behemehâl yola çık yol açık.
Yollar boşaldı artık, yolcular buldu vaha.
Yolcular gitmese de, yollar gider Allah’a!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.