Türkiye'nin kaybolan yıllarını Güney Kore'de görmek
Altmışlı yılların sonlarına kadar Türkiye ile kıyaslanamayacak düzeyde bir ülke olan Güney Kore bugün ekonomik gelişmişlik ve büyüklük itibariyle ve diğer birçok gösterge itibariyle Türkiye'nin neredeyse üç katı büyüklüğünde bir ülke. Birçok alanda dünya markası haline gelmiş ürünler geliştirip dünya pazarına sunmuş, nükleer teknolojiye geçmiş ve kişi başına düşen milli gelirini 28.000 dolar seviyesine çıkarmış durumda. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Güney Kore gezisinin sonucunda akıllara çöken can alıcı gerçek bu oldu.
Burada tipik bir Max Weber sorusu akla geliyor: Soru Güney Kore'nin nasıl oluyor da bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir gelişme kaydetmiş olduğu değil, aksine Türkiye'nin nispeten daha avantajlı olduğu bu süreç içinde nasıl oluyor da bu gelişmeyi kaydedememiş olduğudur?
Bugün aradan geçen 40-50 yılın sonunda Türkiye Güney Kore'den nükleer teknoloji ithal etmek üzere girişimlerde bulunuyor. Çünkü Güney Kore'nin mevcut yirmi nükleer santraline karşılık önümüzdeki yıllarda tamamlanmak üzere yapımı veya projesi devam eden en az 10 adet daha santral çalışması var. Türkiye ise daha nükleer teknolojiye geçip geçmeme konusunda yıllardır tartışmalarla boğuşmaya devam etmektedir.
Nükleer santrali sadece üreteceği elektrik miktarı ile değerlendirmemek gerekiyor. Santral aynı zamanda nükleer teknolojiye geçişi de ifade ediyor ki, bu teknolojik düzey ülkenin kalkınmışlık seviyesine bir anda sıçrama yaptıracak mahiyette bir gelişmedir. Dünyada hali hazırda 400'ün üzerinde nükleer santral bulunmakta ve önümüzdeki yıllarda bu sayının geometrik olarak katlanması gerekiyor, oysa Türkiye yıllardır bu teknolojiye geçmeyi hayal bile edemiyor.
Bu konu bir yana, İsrail'den ithal etmekte olduğumuz insansız hava aracı heronların teknolojisi o kadar da karmaşık bir teknoloji değil. O kadar ki OSTİM esnafının bile bunu yapabildiği konuşuluyor. Dünyada bu araçları yapan bir dizi ülke var ve Türkiye'nin bu araçları almak için kendini İsrail'e bağımlı hissetmek zorunda bırakılması çok anlamlı bir durum ortaya çıkarıyor. Bugün en azından birkaç yıldır Türkiye'nin birçok alanda kat ettiği hızlı mesafeleri görüyoruz ve gururlanıyoruz. Türkiye'nin son birkaç yıl içinde gerçekten baş döndürücü hızda bir gelişmeyi her alanda kaydettiği gözlemlenebiliyor. Ancak bu tür emsal ülkelerle veya durumlarla karşılaşıldığında asılı duran soru beyinleri kemirmeye devam ediyor. Türkiye neden bu gelişmeyi zamanında kaydedemedi? En basit bir heronu üretmekte bile neden bu kadar gecikti? Türkiye'yi tutan, engelleyen ne oldu?
Güney Kore Protestan'ı Katoliği, Konfüçyüsçüsü, Budisti ve ateistiyle 49 milyon halkıyla milli kimlik harcı oluşturmanın büyük bir maharet gerektirdiği bir ülke. Üstelik tarihinde her dönemde işgaller görmüş ve hiçbir savaşından büyük zaferlerle çıkmamış bir halk. En son 1953 yılında Kuzey ile girdiği savaşta 21 ülkenin insanının yetişip kendisi için çarpışıp öldüğü bir savaşın ardından devlet kuruluşunu tamamlamış bir halk. Bu halktan bir amaç uğruna yoğun bir biçimde çalışan ve ülkeyi dünyada hatırı sayılır milletler arasına katan bir millet oluşmuş. Doğrusu bu milleti bu kadar disiplinli ve sıkı çalışmaya iten motivasyonun nasıl bir kültüre dayanıyor olduğu üzerinde durulmaya değer ciddi bir sorudur. Bir milliyetçilik için gerekli bileşenlerin bulunmadığı görülen bu kültürü, yine de bu başarıya taşıyan değerler üzerinde durmaya değer. Ama doğrusu, neresinden bakarsak geldiğimiz soru yine de aynısı oluyor: Güney Kore'nin görünürde milli kültürünü besleyecek motivasyonların yokluğuna rağmen gelişmişliği sosyolojik bir sorun oluşturmuyor, ama Türkiye'nin bu kadar zengin maddi ve sosyal sermayesine rağmen mukabil bir gelişme kaydetmemiş olması ciddi bir sosyolojik sorun sayılmalıdır.
Ekonomik kalkınmanın en önemli zemini hukuktur ve biz bu sorularla boğuşurken Yargıtay'dan ve İstanbul 13. Mahkemesinden art arda gelen haberler aslında Türkiye'nin en büyük kaybının adresini adeta bağırarak işaret ediyordu.
Hukuk işlemlerinin bu kadar aleni bir biçimde hakimlerin keyfi uygulamalarına konu olduğu, hukuk metinlerinin tamamen formalite sayıldığı ve asıl olarak hukuk otoritesinin belli çevrelerin zimmetine geçirilmiş olduğu bir ülkenin kaybolan yıllarının hesabını başka yerde araması gerekir mi?
Altmışlı yıllardan itibaren bir darbeci zihniyetin dar kafalı hesaplarının içine tıkılmış bir ülke haline gelmiştir Türkiye. O günden beri ülke için her ilerlemeyi ya cehaletinden ya ihanetinden engellemeyi marifet bilen bir anlayış her vesileyle ülkenin karşısına çıkmıştır. Türkiye'de istisnai zamanlarda sağlanan bütün gelişmeler bu zihniyetin atlatılması sayesinde mümkün olmuştur.
Adaletin mülkün temeli olmak yerine bizatihi keyfi biçimde tasarruf edilen bir mülk haline dönüşmesi bugünün sorunu değil, ne yazık ki tam da bu kaybolan yıllarımızın hepsinin en belirleyici konusudur.
Güney Kore'de hukuk mu? Onun kesinlikle Türkiye'dekinden çok daha iyi işlediğinden hiç kuşku yok.