Noktalı virgülden sonra
Geçen haftaki yazımızın sonundaki “Hiç değilse en stresli basamaklardan biri olan ‘uçağa yetiştirme ve uçakla gönderme telâşı’nı ortadan kaldıracak bölge baskılarını artık gerçekleştirebilmek dileğiyle, şimdilik noktalı virgül” cümlesi, Osman Zengin’e şunları yazdırmış.
Biz de, bu noktalı virgülden devamla, taşra baskısı için birşeyler söyleyelim; hem teyid, hem de takviye olması bakımından, o mevzuyla alâkalı olarak yaşadıklarımızı yazalım istedik.
1973-74 yıllarıydı. Dünyanın ve Türkiye’nin karışık olduğu yıllar. Bizim de gençliğimizin en güzel günleri. 20-21 yaşındayız. İşte o yıllarda Yeni Asya Ankara’da da basılıyordu. Şimdi çok uzak bir hayal gibi görünüp, o zaman gerçek olan şeydi Ankara baskısı. Ve işte bazı hatıralar:
O günler bu günler gibi değil. Risale-i Nur’u okumak ve basmak yasak! Nurun ve Üstadın sadık hâdimi, Yeni Asya’nın kuvveden fiile geçmesinin bânisi Zübeyir Gündüzalp Ağabey vefat edeli iki-üç yıl olmuş. Özellikle siyasî dalgalanmalarla, Üstadın rağmına girişilen hareketlerin karşısında Yeni Asya durduğu için, Ankara’da gazeteye karşı bir muhalefet hareketi başlatılmış.
Biz de Yeni Asya’nın hizmetine ve gerekliliğine inanan bir avuç insan olarak, azmimizi arttırıp, bürodaki işlere yardımcı olmaya çalışıyor, ayrıca yazı yazmaya gayret ediyoruz. Gazetenin akşam baskısı için ihtiyaç olunca da, oraya yöneliyoruz. Matbaa, Ankara’nın basın merkezi olan Rüzgârlı Sokak’taki Halkçı Matbaası. O günlerde komünist faaliyetler de devam ettiğinden, Cumhuriyet gazetesinin solculuğunu beğenmeyenler Yeni Ortam ve Halkçı adlarındaki gazeteleri çıkarıyorlar. Matbaa da onlara ait. O iki gazeteden başka, Yeni Asya, Millî Gazete ve bir de zannedersem Yeni Devir orada basılıyor.
O zamanki teknoloji şimdiki gibi değil. Rotatif baskı yapılıyor. İstanbul merkezimizde kurşun kalıplara dökülen gazete sayfaları, matris denilen mavi renkte kalın bir kartona kopyalanıyor, ondan da matbaada tekrar gazete baskısının gerçekleşeceği şekle getirilerek basılma işlemi tamamlanıyor. Ve biz her akşam yorucu, ama zevkli bir koşuşturma neticesinde gazetemizi bastırıyor, ardından Anadolu’ya sevkıyatını yapıyoruz. Önce İstanbul’dan gönderilen matrisleri havaalanından aldırıyoruz. Matrislerin konulduğu metal kutuları, sonra tekrar iade ediyoruz. (Hatta o zamanlar ulaşım zor ve geç olduğundan, daha çabuk ve güvenli olsun diye, bazı yazılarımızı o kutuların içine koyup İstanbul’a öyle yolluyoruz.) Matbaa şefine teslim ettiğimiz matrislerin diğer işlemleri tamamlandıktan sonra sıramız gelince gazete basılıyor ve hemen Anadolu ve Ankara içinde gideceği yerlere göre taksim edip, birkaç abone olursa rulo, daha fazla olanları da ambalaj yaparak gönderiyoruz.
O zaman yaşadığımız birçok hatıradan biri:
Bir akşam yine mutad koşuşturmamızı yapıyoruz. Matrislerimiz geldi. İnceledik, makiniste verdik. Biraz sonra baskı sırası bize gelince, makinist “7. sayfa nerede?" dedi. Vermiştik, ama olmadığını söyledi, bütün matbaanın altını üstüne getirdik, bulamadık. Aslında gayet iyi biliyorduk ki vardı. Elimizle teslim etmiştik, ama o esnada matbaayı gezmeye gelen birilerince yok edilmiş olmalıydı. O zaman gazete 8 sayfa olarak çıkıyordu ve 7’de, 1’deki haberlerin devamı vardı. Aradaki sayfalardan biri olsa iş kolaydı, daha önce de öyle bir arıza olunca, eski günlerin iç sayfalarından koyup, vaziyeti idare ediyorduk. Ama bu öyle değildi. Neticede gazete o akşam basılamadı, Anadolu’ya sevk edilemedi, çok üzüldük. Yeni Ortam temsilcisinin o anda söylediği bir söz vardı ki, onu da hiç unutmuyorum. “Solda Yeni Ortam, sağda Yeni Asya var. O da çıkmazsa sağda gazete yok demektir” demişti.
Kâzım Beyin noktalı virgülünün hatırlattıklarını bu şekilde kâğıda dökerken, onun ve hepimizin arzusu olan taşra baskılarını göreceğimiz günlere erişmek duasıyla yazıyı tamamlayalım.