Bu gerginlik neden
Yine ortalık karıştı. Bunun neden olduğunu hepimiz biliyoruz. Baskıcı, dayatmacı, bir avuç zorba, sürdükleri saltanatın yıkılmasını istemiyorlar. Bir kere halkı tanımıyorlar. Kılık kıyafetle uğraşıyorlar. Başörtülüleri kamusal alanlara sokmuyorlar. Yalan yanlış haberlerle Genelkurmayı da etkiliyorlar. Annesi başörtülü, babası namazlı niyazlı ailelerin çocuklarının YAŞ kararları ile Ordudan İhraç edilmesini sağlayabiliyorlar. Bu ayrımcılıkla kendileri de Akredite Gazeteci oluyorlar. Bir çeşit Yargısız İnfaz olan bu yanlışı alkışlıyorlar. Sonra da utanmadan İnsan Hak ve Özgürlüklerinden ve Demokrasiden bahsedebiliyorlar.
Tesettürlü kızlarımızı Üniversitelere sokmuyorlar. Onlar da gidip Batı Üniversitelerinde okuyorlar. Oraları başarı ile bitiriyorlar. Yarın onlar kitleler halinde memlekete dönmeyecekler mi? O zaman bu bölücü ve dayatmacılar, Türkiye’de başlayacak olan bir Sosyal Değişimi nasıl önleyecekler? Hangi kuvvete dayanarak, Saltanatlarını sürdürecekler?
İşte Seçim sonuçlarını görüyoruz. Baskıcıların sevmedikleri zihniyetteki partiler gittikçe güçleniyorlar. Tek başına iktidar oluyorlar. Bu gidişle çok kısa bir gelecekte Sosyal Değişim kaçınılmaz olmayacak mıdır? Adamlar bindikleri dalı kesiyorlar. Kendi öz Halkına İrticacı ve Cumhuriyet Düşmanı gözü ile bakıyorlar. Onları 1. Öncelikli Tehlike saydırıyorlar. Sıra 2. Tehlikeye gelince de Teröristlerin karşısına 1. Tehlike olanların çocukları gidiyor. Onlar karlı dağlarda, çarpışırken, Tesettürlü anaları Kamusal Alanlara sokmuyor.
1950’den bu yana, Demokrasi ile yönetiliyoruz. Bir türlü Millî İradeyi Vesayet altından kurtaramadık. Çünkü, Atatürk’ün “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözüne aldıran yoktu. İşte 83 yıl sonra geldiğimiz merhale ortada. “Cihanda barış”a daima faydalı olduk. Meselâ 1950’li yıllarda ABD’nin çıkarı için Kore’ye asker gönderdik. Ama, Yurtta Barış’ı hiçbir zaman sağlayamadık. Çünkü Devletle Halkı bir türlü barıştıramadık. Ortalama her 10 yılda bir Darbe yapmayı alışkanlık haline getirdik. Darbecileri sorgulayacağımız yerde, alkışladık. Sonunda bugünkü duruma düştük. Güya ABD’nin Stratejik Müttefiki idik. Şimdi onlar aksırmadan biz öksüremiyoruz. AB, ABD ve IMF kapılarında sürünüyoruz. Kabile Devletçiklerinin ve Muz Cumhuriyetlerinin arkalarında nal topluyoruz. En namüsait şartlar içindeyken, 7 düveli karşımıza almıştık. Vatanımızı Savaşarak kurtardık. Bütün Mazlum Milletlere örnek olduk. Şimdi Zâlim Emperyalistlerin güdümünden kurtulamıyoruz.
Atatürk’ün bize bıraktığı Devlet böyle miydi? Onun döneminde bir Genelkurmay Başkanı, açıktan yüzümüze gülüp, arkadan kuyumuzu kazan, iki yüzlü Emperyalist bir devletin büyük elçisi ile konuşabilir miydi? Kahraman Mehmetçiklerimiz, dağlarda Teröristlerle çarpışırken; Anadolu’nun dört bucağına, her gün Şehit Cenazeleri gelirken; Millet kan ağlarken, Ordunun en büyük komutanı, (Her ne sebeple olursa olsun) Kameralar karşısında (Bizim Malatya tabiri ile) çırtik çalıp oynayabilir miydi?
Mustafa Kemal, sağ olsaydı, böylesi olaylar karşısında kahrından ölmez miydi? Bugün Anıtkabirinden doğrularak kalksa: “Size teslim ettiğim Tam Bağımsız Ülke bu muydu?” diyerek, kendinden sonrakilere hesap sormaz mıydı?
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup da söyleyelim. Bugün Atatürkçülük adına, meydanlara dökülen Darbe Davetçileri mi gerçek Atatürkçü; yoksa, 1. Öncelikli Tehlike sayılanların oylarıyla seçilip hemen her dönemde Millî İrade ile İktidar olanlar mı?
Bu soruya yarın, Cumhurbaşkanımız, Sayın Abdullah Gül’ün bir atamasını söz konusu ederek, çarpıcı bir örnekle yine biz cevap vereceğiz İnşallah...
Hayırda acelecilik, Karışık işlerde sabır iyidir. Allah sabredenleri sever. Yeter ki, herkese şirin görünmek için değil, Vatana, Millete Hizmet niyeti ile sabrediliyor olsun. Bütün bunlar yarına nasipse...
Sevgi, saygı ve dualarımızla...