Hisseli kıssalar

Hisseli kıssalar

Süleyman Nazif Malta’da sürgündeyken, yanına Enver Paşa’nın babası Ahmet Paşa da sürgün olarak gelir.
Bir gün memleket meseleleri hakkında konuşurlarken, Süleyman Nazif, “Paşam” der, “Gel seni bir İngiliz kızıyla evlendirelim.”
Ahmet Paşa şaşkındır:
-Durup dururken beni bir İngiliz kızıyla evlendirmek de nerden çıktı şimdi?
Süleyman Nazif, paşanın ittihatçı oğlu Enver’i ima ederek şöyle cevap verir:
-İlk evliliğinizden bir oğlunuz oldu; koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu batırdı. Belki burada da bir oğlunuz olur; İngiltere İmparatorluğu’nu batırır!..
Malum; İttihatçılık bir gelenek olarak halen ülkemizde sürdürülüyor.
Yıllardan beri bıkıp usanmadan ve yorulmadan cuntacılık yapanlar var.
Acaba diyorum;
Bunlardan birkaçını, ikide bir de “Siz de yeterli demokrasi yok” diye ülkemizi eleştiren AB ülkelerine göndersek...
Orada evlenseler...
Kim bilir…
Bir umut işte…
Xxx
Dursun ve Temel bir gün, “Ula bütün alem şair oldu! Biz niye şiir yazmiyk ki?” demişler ve Dursun hemen oracıkta bir şiir yazıp Temel’e okumuş:
“Bolu Mengen Gerede
Hamsi oynar derede
Benim nazlu sevduğum
Karalahana pişiriy”
Şiiri dinleyen Temel, “Cık” demiş, “Olmadı.”
Dursun gözleri faltaşı gibi açılarak “Neye olmadi daa?” deyince Temel cevap vermiş:
“Ha uşağum, hamsinin derede ne işu vardur?”
AK Partililer, kendileri hakkında hazırlanan iddianameyi hukuki olmaktan ziyade siyasi bir metin olmakla eleştiriyorlar.
Birçok hukukçu ve yazar da aynı görüşü dile getiriyor.
Acizane bendeniz de aynı kanaatteyim.
Her şey bir yana, şu bir tek soruma cevap isteyrum;
“Ha Başsavcum; bir parti kapatma iddianamesinde Başbakanın 3 çocuk yapılmasını istemesinin ne işu vardur?”
Xxx
çoban’ın birisi dağlarda hayvanlarını güderken sürekli korku içinde geçirirmiş günlerini.
çünkü müthiş bir ayı korkusu varmış çobanımızın.
“Şimdi önüme bir ayı çıkar, sağdan bir ayı gelir, soldan bir ayı çıkar, belki şu dönemecin arkasında bir ayı var, ya şu ağacın arkasından çıkıp üzerime atlarsa”… derken zehir olmuş günleri.
Hele bir de ayı pisliğine rastladı mı korkusu iyice katmerlenir, “Şeyi burada olduğuna göre kendisi de uzakta olamaz” diye tir tir titrermiş.
Bir gün yine ayı pisliğine rastlayıp dizleri titremeye başlayınca dayanamamış ve ellerini göğe doğru kaldırarak, “Hey ulu Allahım” demiş, “Ayıdan kork, ayının şeyinden kork; ben bu dünyaya korkmaya mı geldim?”
Şu ülkede birilerinin sürekli korku ve gerilim hikayeleri üretip sürekli ortalığı karıştırmak için yırtındığını görünce, gayri ihtiyari bu öyküyü hatırlıyor ve şöyle diyorum:
-Biz de bu ülkeye sürekli korkmaya, korkutulmaya, gerilmeye, yorulmaya mı geldik acaba?
Xxx
Eşeğe yem verme meselesi yüzünden Nasrettin Hoca’nın başı karısıyla dertteymiş.
Hoca “Sen vereceksin” derken, karısı “Hayır, sen vereceksin” diyormuş.
Zavallı eşek de açlıktan acı acı anırıyormuş.
Derken aralarında şöylece uzlaşırlar:
“O dakikadan itibaren kim ağzını açıp bir şey söylerse, eşeğin yemini o verecektir.”
Karısı, “Ben dilimi tutamam, en iyisi evden çıkmak” deyip bitişikteki komşuya gitmiş.
Hoca da, “Ne olur, ne olmaz, duvarın kulağı vardır” diye ağzını yumup, dudaklarını dikmiş
Böylece evden ses, soluk kesilince, hırsızlara gün doğmuş tabii.
Arka odadaki sandığı, sepeti boşaltıp ne var, ne yok çuvallarına doldurmuşlar.
Hoca gürültüleri duyuyormuş ama uzlaşmayı bozan taraf olup bahsi kaybetmek istemediğinden ağzını açmıyormuş.
Bir süre sonra kadın eve gelip ortalığı tam takır görünce “Amanın komşular, evim barkım soyulmuş!” diye bağırmaya başlamaz mı?
Hoca hemen karısının yakasına yapışmış:
“Kaybettin; haydi ver bakalım eşeğin yemini!”
Bu aralar bir uzlaşma lafıdır gidiyor.
Kimsenin kendi tavırlarından, düşüncelerinden geri adım atmaya niyeti yok.
Uzlaşmadan tek anladıkları ise, özgürleşmeye, demokratikleşmeye, şeffaf bir hukuk devletine giden yolların tıkanması, sadece kendilerinin dediğinin olması ve bildik statükoların sürüp gitmesi.
çünkü, böyle bir uzlaşma sağlandığında, kimlere gün doğacağı çok açık!..
Xxx
Kadıncağız ne yapsa kocası mutlu olmuyordu.
Her hareketini eleştiriyor, ne giyse, ne pişirse beğenmiyor, yerli yersiz her şeye bir kulp takıyordu.
Hani tüm bunların üstüne bir de kendini çok akıllı sanmasa.
Sürekli kendi zekâsını överek kasım kasım kasılıyordu.
Bir gün adam sudan bir sebepten dolayı, yine kadına laf sokuşturmak için sordu:
-Aynı anda, hem nasıl bu kadar güzel, hem de nasıl bu kadar salak olabildiğini anlayamıyorum. Sen anlayabiliyor musun?
Kadın, “Açıklayabilirim, çok kolay” dedi.
-Açıkla hemen.
Kadın da açıkladı:
-Allah, sen beni beğenesin diye beni güzel, ben seni beğeneyim diye de salak yaratmış!
Kıssadaki hisseye gelince;
Valla memleketin durumu karışık.
Benim kafam da öyle.
Herkes hissesini kendi çıkarsın.
Hatta bulursanız, bir hisse de bana gönderin.
Hayırlı hafta sonları efendim…


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi