Müslüman!

Müslüman!

Sıkıntımız var. Cenneti yaşayalım derken cehennemin hazırlığını yapmaktayız. Müslümanlığın görünümünde, ihlasın uzağında, samimiyetsizlik sofrasındayız. Halimiz, ahvalimiz, yaşayışımız, birbirine uymuyor. Müslümanlık iddiasını sürüyoruz, münafıkça yaşıyoruz. Baba Müslüman, anne tesettürlü, kızı modern, oğlu küpeli, torunu süper züppe. Bu aile İslami bir aile midir? Yaşayışı İslam’a uygun mu?
İnancın bir kaidesi vardır. İhlas ve samimiyet işareti de, camide cemaat oluşturmak, toplumda İslami işareti taşımasıdır. Allah’ın emirlerine uymadır. Biz bunu yaşıyor muyuz? Liseye giden kızımızın mini eteğini, gayri İslami duruşunu İslam’da bulabiliyor muyuz? Oğlumuzun giyinişini, tıraş şeklini, kız arkadaşla düşüp kalkmasını inancımızda bulabiliyor muyuz?
Biliyor ve yaşıyoruz. İnancımızı kabul etmeyen, Allah’ı inkâr eden, Peygambere tahammül edemeyen bir sistemin içindeyiz. Müsaade ettikleri kadarı ile inancımızı yaşamak durumundayız. Ama, senin kalbindeki Allah’a, toplumdaki yaşayışına da karışmıyor. Onun derdi, sistem planında sunduklarına karşı gelinmesi, onun gibi yaşamayanlara hayat hakkı vermemesidir. Bu da onun doğal hakkıdır.
Benim dinim ve kuralım budur diyor. Müslümanın, Allah’a inanışına, peygamberini örnek alışına mani sebep değildir. Çünkü, Kelime-i Şahadet’in esasında, Allah’a inanmadan önce, bütün Batılî inançları kalbinden söküp atmadan İslam olunamaz. Kelime-i Şahadet’i getirince de, hiçbir sistem onu yönünden çeviremez. Kalbini Allah’a teslim edenin, başka tanrılara yer vermesi düşünülemez.
Hem “Allah’a inandım” diyeceksin, hem de Allah’ın düşman kabul ettiklerini yaşayacaksın. Peygamberi kabul edeceksin, yasaklarını yasak, helâllerini de helâl kabul edeceksin, inanacaksın, sonra da peygamberin yasakladığının aksini yaşamayı hayat nizamı kabul edeceksin. Böyle bir tasdik, Allah’ın istediği tasdik değildir, şahadeti de peygamberin bizlere bildirdiği şahadet değildir, böyle yapanlar da Müslüman değildir.
Şunu demek istiyoruz. Müslüman, Allah’ın haram kıldığı tesettüre inanır, Allah’ın emri, peygamberin bize bildirdiğidir. Böyle inanır ve tasdik eder. Bu, inancının gereğidir. İnanırsa tasdiki değer kazanır, yok tesettürü helal görme noktasında fikir üretir de yaşayışını buna bina ederse onun tasdiki tasdik değildir. Namaz kılsa da, camiye devam etse da, hatta haccını eda etse de tasdiki şüphe götürür, ibadeti de değersizdir.
Müslüman için örnek peygamber: “Erkeklere benzeyen kadın, kadınlara benzeyen erkeklere lanet olsun” buyururken, saçları Afrika yerlileri, kulakları tamtam küpeli, vücutları döğmeli evlatlara sahip çıkar, “Ne yapalım bu günün modası” denirse, inançsızlığın işareti görmezse onun tasdiki de, inancın tarif ettiği tasdik değildir.
Bir evde yaşayacaksın, oğlun ve kızın haramın içinde olacak, bir tepkin olmayacak, hüznün bulunmayacak, pişmanlık duymayacaksın, söylendiğinde de, “Ne yapalım, bugün bunu gerektiriyor” diyeceksin. İmani noktada endişen olmayacak. Böyle bir Müslümanın tasdiki tasdik değildir, şahadeti şahadet değildir. Namaz kılsa da, dini emirleri yerine getirse de böyledir.
Sistem ve sistemler, kendilerinin sundukları dinlerinin kurallarını isteyecektir. Zorlayacaktır. İnananın inancı, burada belli olur. Ya Allah’ın kulu olacak ahiretini kurtaracaktır ya da sistemin kulu olacak, dünyevi menfaatlere koşacaktır.
Bugün dinimiz mi değişti, “Allah’ın emrini yaşasak da yaşamasak da olur” diyen Kur’anî emir mi var? “Ben ne söylersem söyleyeyim, siz bildiğinizi yapın” diyen peygamber sözü mü var?
Ahiretin korkusunu yaşamıyoruz. İpimiz elimizde hayvanlar gibi yaşıyoruz. Sonra da “Müslümanız” diyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi