İbrahim Eken Hoca
Fetva sahibi değerli bir alimdi. İnsan yetiştirmeye önem verirdi. Onu rahmetle, dualarla, inanarak yakinen bildiği ebedi aleme uğurladık. Mekanı cennet olsun.
İstanbul Teknik Üniversitesi üçüncü sınıfa gelmişti. Başarılı idi. Zaten İTÜ başarılı öğrencileri alıyordu. Ama Ankara’da İlahiyat fakültesi açılmıştı. Üç yıllık tahsilini yaktı. Ankara Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi açılmıştı. 1950-51 ders yılında İlahiyat Fakültesine kaydoldu.
Gençler o devirleri bilmezler. “Niçin başta İlahiyata gitmemiş de üç senesini yakmış” diye düşünebilirler. O zaman tek parti, CHP dönemiydi. İslami bir eğitim imkanı yoktu. İslam ülkelerindeki İlahiyat fakülteleri dahi yasaklıydı.
Zaten CHP giderken, son baharının sonunda, 1949’da ilahiyatı açmak zorunda kalmıştı. Öyle ki 1949-50 ders yılı için bütün fakültelerde kayıtlar bitmiş, dersler başlamıştı. Ondan sonra İlahiyat açıldı. Onun içindir ki A.Ü. İlahiyatın ilk sene öğrencilerinin yaklaşık tamamı kaydoldukları fakültelerden, mesela Hulusi Özkul Tıp’tan, Esat Kılıcer siyasaldan, Türkan Özkul hukuktan ayrılarak gelmişlerdir.
Ben, 1951’de liseyi bitirip İlahiyata kaydoldum. DP iktidarda senesini tamamlamıştı. Yurt dışında her tahsil için yine imkan vardı. Yalnız İslami tahsil imkanı yoktu. 1955’te fakülteyi bitirdim, 3 kişilik bir İspanya bursunu birincilikle kazandım. “İlahiyatçıya gerek yok” diye son gün kapıdan döndürdüler. Bugünkü İmam Hatip Liseleri düşmanlığından başörtüsü yasağına, ikna odaları ilkelliğinden Kıbrıs’taki Kur’an kursu baskınları vahşetine kadar, İslam’a karşı Siyonist bağnazlıklar aynı beyin yıkama ameliyelerinin son tortusu, curufu değil midir?
Bu gibi nedenlerle öğrenci sayımız çok azdı. İlk günden tanışmış, tam bir aile havası, kardeşliği, samimiyeti, dostluğu yaşamaya başlamıştık. İbrahim Eken rahmetli ile, Yenişehir-Kurtuluş’ta yaşlı bir karı kocanın bir odasını kiraladık. Bir ders yılımız sadece okulda değil, daha uzun zaman beraber geçti.
Babasından geniş bir İslami bilgiye sahipti. Öğrenimin ilk yılında, din görevlisi imtihanlarını bir girmeyle kazanmıştı. 1955-56 yılı Kayseri İmam Hatip Okulu’nda İbrahim beyin babası Yusuf Eken Hocaefendi ile birlikte de bir yıl öğretmenlik yaptık.
Milletvekilliğim döneminde Ankara Kenedi Caddesi’nde aynı apartmanda senelerce kapı komşusu olduk. Arkadaşlığımız kesintisiz devam etti.
Bu arkadaşlıklarda özel bir dikkat doğuran, doğurması gereken husus, İlahiyat fakültesi arkadaşlığının ayrıcalığıdır. O değerlerle kurulan arkadaşlıklar, hocalarımız dahil, hayat boyu hiç kesintiye uğramadı. En ulaşılamayanlar dahi, bir hasret ve bir sıla konusu olarak tazeliğini korudu. Ayrı ve özel bir mutluluk vesilesi oldu.
İbrahim Eken ile üç yıl kadar görüşme imkanları varken görüşemedik. Bu kesinti bakan olduğum zamandı. “Ne var, nerdesin?” diye telefonla ulaştım. “Bir şey yok. Sen eski Hasan, ben eski İbrahim’im” dedi. “O halde gel. Ben yetişemiyorum” sözüme cevabı “Senin oturduğun makamın etrafında çok görünmek. Bilmeyen, anlamayan kimseleri, hocaların ve hocalığın izzeti hakkında yanılgıya düşürebilir. Kimsenin yanılgısına ve vebale düşmesine neden olmak istemem. Oradan inince devam ederiz. Ama dostlarla hoş vakit için sakın inme. Oradaki hizmetlerin çok daha azizdir” oldu. Burada olayın öbür tarafı olarak ben de, “Asıl öyle zamanlarda gerçek dostların yakınlaşıp istişare imkanı doğurmaları lazımdır” derim. Bir kısım zancıların zannına yol açsa da.
Son görüşmemiz telefonla olmuştu. Kayseri İHO mezunlar derneği, mezunlar gününe 45 yıl önceki öğretmenlerini de davet ederek vefa örneği sergilemişlerdi. Gidemedim, telefonla aradım. İbrahim Eken’in de gelemediğini öğrenince evinden arayıp telefonla görüşmüştük.
Ailesine, dostlarına, İslam alemine başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.