Kalıcı Salihât ve Ecel-Amel-Emel Denklemi
Kur’ân-ı Kerim’de iki âyette geçen “el-bâkıyât’us-sâlihât” terkibi; mümince bir hayatın ve sâlih amellerin, çabaların akıp giden sonsuz zaman içindeki yerini ve anlamını ifade eden müthiş bir derinliğe sahiptir.
Önce bu terkibin geçtiği iki âyete mealen yer verelim, sonra da birlikte üzerinde düşünelim.
“Mal ve çocuklar, dünya hayatının çekici süsüdür ve bâkî kalacak sâlihât ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, umut etmek bakımından da daha hayırlıdır.” (Kehf 18/46)
“Ve Allah, hidâyete erenlerin hidâyetini artırdıkça artırır ve bâkî kalacak sâlihât ise, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlıdır, sonuç bakımından da daha hayırlıdır.” (Meryem 19/76)
Her iki âyette geçen “bâkî sâlihât”; bekâya erecek sâlih ameller, iyilikler; ürünü kalıcı ve sürekli olan dürüst ve erdemli davranışlar, çabalar, hareketler olarak anlaşılmıştır. “Sâlih” terimi; iyi, güzel ve yararlı demek olup, Kur’ân’da hem amelin hem de insanın sıfatı olarak kullanılmıştır. Kur’ân ve sünnete uygun ameller sâlih amel, Kur’ân ve sünnete uygun yaşayan insanlar da sâlih insanlardır. Hasan Basri Çantay’ın, “bekaaya erecek iyi (amel ve hareket) ler” diye çevirdiği “el-bâkiyâtü’s-sâlihât”, Allah’ın razı olacağı amelleri de, sahiplerini de içine alır.
Salihât’ın bâkî/kalıcı niteliği yani sürekliliği ise, üzerinde en çok teemmül edilmesi; düşünülüp taşınılması gereken husustur. Meseleye tersinden başlarsak; salih olmayan ameller ve davranış kalıpları da sahipleri de kalıcı olamazlar. Buna karşılık, salih kişilikler ve onların salih çabaları unutulmaz ve hep hayırla yâd edilir. Salih amellerin ve sahiplerinin Allah katındaki değeri ve sevabı ise, bu dünyadaki getirisi ile kıyaslanamaz. Sonuçta; sâlihât’ın bu dünyadaki sürekli etkileri de ahiretteki ebedi yararları da insanların geleceğini hayırlı olarak şekillendirip belirlemektedir. O halde, âyetin mesajı şöyle anlaşılabilir: “Ey insanlar! Gelip-geçici hevesler ve kısa vadeli çıkarlar peşinde koşarak hem dünyanızı hem de ahiretinizi karartmayın; aksine size “kalıcı” yararlar, hayırlar, ebedi mutluluklar getirecek “sâlih” ameller; rıza-i Bari’ye uygun çabalar ortaya koyun.” Nitekim Kehf 18/46’da “dünya hayatının süsleri olan mal ve çocukların” geçici olduğu ima edilirken, 45. âyette de “dünya hayatı” gökten indirilen suya benzetilir: “Yeryüzündeki bitkiler onunla yeşerip birbirine karışır ama sonunda kuruyup rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir.” Kur’ân, “mal ve evladın” bir kalıcı değer ifade etmediğini, bilakis bir imtihan olduğunu (Teğâbün 64/15) sıkça vurgular. Mal ve evlat dahil, dünya nimetleri geçici meta ve aldatıcı süs olup, Allah katındaki sevap ise daha hayırlı ve kalıcıdır (Âl-i İmran 3/14; Kasas 28/60). Muhammed Esed, Kalem/14. âyeti açıklarken, “benûn: çocuklar” tabirinin, çoğunlukla mecazi olarak ‘geniş bir destek’ veya ‘çok sayıda taraftar’ anlamını; “mal” terimi ile birlikte kullanıldığında ise güç ve etkinliği ifade ettiğini söyler. Yani ne gücünüz, etkinliğiniz ne de taraftarlarınızın çokluğu sizi ebedi kılmaya yetmez. Kalıcı değerler sâlih ameller ve kalıcılar da sâlih amel işleyenlerdir. Kubbede baki kalacak olan hoş sadâ, sâlih ameller ve kişiliklerdir vesselâm.
Her iki ayetin sonu; bâkî salihât’ın emel ve sonuç bakımından daha hayırlı olduğunu vurgular. Kehf/46’daki “hayrun emelâ” ifadesinin yerini, Meryem/76’da “hayrun meraddâ” ifadesi alır. Bu ise; kalıcı sâlihâtın, Allah katındaki sevabının daha hayırlı olmasına ilaveten, emel/umut ve sonuç/hasıla itibariyle de daha hayırlı olduğu gerçeğini hatırlatır. Sözlükte ‘istemek, ummak’ demek olan emel; kavram olarak, gerçekleşmesi uzun zamana bağlı ümit, arzu ve istekler anlamında kullanılır. Kur’ân’da biri “insanı oyalayan, âhireti unutturan dünyevî arzu ve tutkular” (Hicr 15/3), diğeri de mutlak olarak “arzu edip ümit bağlama” (Kehf 18/46) anlamında iki yerde geçer. Hadislerde ise emel, çoğunlukla temelinde bedensel hazların tatmini ve dünya sevgisi bulunan arzuları ifade etmek için kullanılmıştır. İnsanın uzun vadeli arzular taşıması, zihnini yoğun olarak bunlarla meşgul etmesi ve bütün enerjisini bu arzuları elde etmek için tüketmesine tûl-i emel; arzu ve tutkularına bir sınır çizerek âhirette kendisine yarar sağlayacak işlere önem vermesine kasr-ı emel denilir. (Dini Kavramlar Sözlüğü, D.İ.B. yay., “emel” md.) Hz. Peygamber’in (s.), “yaşlı kimsenin bütün güçleri zayıflasa da dünya sevgisi ve uzun emeller konusunda gönlü hep genç kalır.” (Buhârî, Rikâk, 5) hadis-i şerifi, mümin insanı ayakta tutan şeyin geçici dünya sevgisi ve tûl-i emel değil, kalıcı sâlih ameller olduğunu işaret buyurur. ‘Gerçekleşmesine insan ömrünün yetmeyeceği istekler, kuruntular’ şeklindeki emel tanımı (M.N.Özön, Osmanlıca Türkçe Sözlük) ise; insanın kalıcı olma eğilimi ile arzu ve isteklerinin sınırsızlığına işaret eder. Konumuz olan iki âyet, insanın işte bu ebedileşme tutkusuna kesin cevap niteliği taşır: Kalıcılık yalnızca sâlih amellerdedir; asıl umut kaynağı “hayırlı emel” de “hayırlı sonuç” da budur.
Hasan Basri, bu hakikati, ‘yol haritası’ niteliğinde bir formülle özetler: “Dün ecel, bugün amel, yarın emel.”
Evet. Dün eceldir; geride kalmıştır ve asla geri getiremezsiniz. Yarın emeldir; umudu temsil eder ama gelip gelmeyeceği de, ne getirip ne götüreceği de belli değildir. Geriye bugün kalmaktadır. Bugün, kalıcı sâlih ameller yapmak için elimizdeki tek imkan ve tek fırsattır. Sürekli olarak “kalıcı” sâlih ameller ve çabalar üzre olanlar, dün için “ah keşke” demezler, yarın için de endişe taşımazlar, tûl-i emel peşinde kendilerini yiyip bitirmezler.
Hasılı; ecel-amel-emel denkleminin çözümü el-bâkiyâtü’s-sâlihât, bize düşense sâlihât peşinde koşmaktır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.