Neden referandum?
Yürürlükteki 28. senesini önümüzdeki 7 Kasım’da dolduracak olan 12 Eylül anayasasındaki ilk kapsamlı değişiklik, DYP-SHP koalisyonunun inisiyatifi ve diğer partilerin katılımıyla 1995 yazında gerçekleşmişti.
Öyle ki, DEP’in Başkanı Ahmet Türk de, Mecliste tek sandalyeye sahip BBP’nin lideri rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da, aritmetik olarak onların vereceği oylara ihtiyaç olmadığı halde, anayasa paketi için sağlanan uzlaşmaya dahil edilmişti.
Maksat, değişiklikleri herkese mal etmekti.
Ve pakette, anayasanın başlangıç kısmındaki 12 Eylül övgüleri metinden çıkarılmıştı. Bunda da, paketin Meclise gelmesinden on ay kadar önce konuyu gündeme taşıyan Yeni Asya’nın çok önemli ve tarihî bir katkısı olmuştu. (Bkz. 23.2.08 tarihinde, gazetenin 39. yılına girerken verdiğimiz “Ses getiren manşetler” ekimiz, s. 5)
Ama başlangıçta yapılan ayıklama eksik kaldı.
“Hiçbir düşünce ve mülâhaza Atatürkçülük karşısında korunma görmez” şeklinde özetleyebileceğimiz kısma da el atılması icab ediyordu.
O aşamaya ancak altı yıl sonra, 2001’de gelinebildi. O dönemde iktidar olan Anasol-M koalisyonunun özellikle MHP kanadı bu ifadeye dokunulmaması için son âna kadar direndiği halde, AB’nin ısrarlı takip ve tazyiki ile ibare değişti.
“Hiçbir düşünce ve mülâhaza” kelimelerinin yerine “hiçbir faaliyet” ifadeleri konuldu ve böylece Atatürkçülüğün imtiyazlı konumu devam ettirilmiş oldu. Yani, demokrasi ayıbı sürüyor.
Oylanacak pakette de onunla ilgili birşey yok.
Ve Türkiye hâlâ bu ayıplı metni tümüyle kaldıracak kuvvetli bir irade ve kararlılığı bekliyor.
Anayasada daha sonra da başka değişiklikler yapıldı. 80 civarında maddesi değişti. Ama bunlar, darbe anayasası ile getirilen düzenin özüne ve esasına dokunmadığı için sıkıntı bitmedi.
Buna karşılık, söz konusu değişikliklerin büyük kısmı iktidar ve muhalefetin uzlaşmasıyla gerçekleştiğinden, referanduma gerek kalmadı.
1987’de siyasî yasaklar ve 2007’de cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ilgili oylamalar hariç.
AKP iktidarında da, çoğu AB reformları çerçevesinde olmak üzere, anayasanın epeyce maddesi değiştirildi. Ve cumhurbaşkanını halkın seçmesine dair düzenleme ile 12 Eylül’de oylanacak paket dışında hiçbiri referanduma gitmedi. Çünkü Meclisten yeterli oy sayısı ile geçti.
Başörtüsünü üniversitelerle sınırlı olarak serbest bırakma iddiasıyla yapılan ve 411 gibi rekor bir oyla kabul edilen değişiklik ise AYM’ye takıldı.
Şimdi gündemde olan pakete gelince, destek verdiği söylenen bağımsızları saymazsak, sadece AKP oylarıyla geçti ve kabul oyları 376’nın altında kaldığı için mecburen referanduma gidiyor.
Neden böyle olduğuna baktığımızda, garip çelişkiler görmekteyiz. Muhalefetin itiraz ettiği maddelerden parti kapatmayla ilgili olanı Meclisteki ikinci tur oylamada birkaç oy farkla düştü. AYM ve HSYK ile ilgili maddeler ise, iptali için götürüldükleri AYM’den vize aldı. Dolayısıyla bilhassa CHP için itiraz gerekçeleri kalktı.
Ama buna rağmen, evvelce “İtiraz ettiğimiz üç maddeyi çıkarın, diğerlerine biz de kabul oyu verelim” diyen anamuhalefet partisi, AYM kararı sonrasında “pakete hayır” kampanyası başlattı.
Aslında normal ve mâkul olan, özellikle AYM kararından sonra AKP ile CHP’nin bir araya gelip, konuyu referandumsuz çözecek bir formül üzerinde uzlaşmalarıydı. Ama maalesef olmadı.
Paket Meclise gelmeden ve geldikten sonra da mesele anlamsız bir inatlaşmanın konusu haline getirildi. AKP ve CHP liderlerinin birbiriyle görüşmeleri dahi “kamera şartı” gibi muhabbetlere kurban edildi. Partiler uzlaşmayı beceremediler.
Sonuçta AKP oylarıyla Meclisten geçen pakete “AKP anayasası” damgası vuruldu. Ve bunda AKP kadar, CHP başta olmak üzere diğer partilerin de çok ciddî bir payı ve sorumluluğu vardı.
Bu hal, 28 Şubat ürünü mevcut siyasî yapının çözüm üretmedeki tıkanıklığını da gösteriyor.