YAŞ krizi bitti mi?
YAŞ düğümü nihayet “çözüldü.” Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanının kim olacağı noktasında ortaya çıkan belirsizlik kalktı. Böylece “kriz” sona ermiş oldu.
Süreci ve sonucu satır başlarıyla irdelersek:
“YAŞ atamalarında yetki hükümette” şeklinde ifade edilen kuralın kâğıt üzerinde kaldığı bir kez daha görüldü. Asker kendi tercihlerinde günlerce diretti. Sonucu da büyük ölçüde yine o belirledi.
Bir taraftan “Her gelene baş sallayacak değiliz” diyen Başbakan, diğer taraftan sürecin her aşamasında “mutabakat”tan söz etti. Sivil bürokratların tayininde hemen hemen hiç telâffuz edilmeyen “mutabakat” sözü, burada sık sık tekrarlandı.
1. Ordu Komutanının Kara Kuvvetleri Komutanı olmasına vize verilmemesi büyük bir “sivil devrim” olarak sunuldu, ancak aynı koltuğa 28 Şubat’ta tank yürütmüş bir ismin getirilmesindeki—bu mesajla çelişen—sembolik anlam geçiştirildi.
Aynı şekilde, “istenmeyen” 1. Ordu Komutanıyla birlikte “internet andıcı” için ifade vermeye çağrılanlardan Genelkurmay Adlî Müşavirinin tuğgenerallikten tümgeneralliğe terfî ettirilmesi de.
Keza, 22 Temmuz 2007 seçimi sonrasında Genelkurmay karargâhında hazırlanan siyasî içerikli “bilgi destek notu”nda imzası bulunan generalin Ege Ordu Komutanlığına tayin edilmesi de.
1. Ordu Komutanına “internet andıcı,” 3. Ordu Komutanına Erzincan dâvâsında yargılanıyor olması ve Genelkurmay 2. Başkanına bir havaalanı karşılamasında Hayrünnisa Hanımla tokalaşmamak için yaptığı saf değiştirme manevrası sebebiyle karşı çıkan irade, bu üç isimde sakınca görmedi.
YAŞ öncesi, 27 muvazzaf general ve amirali de kapsayan 102 kişiye yönelik yakalama emrinin, şûrâdaki kilitlenmenin su yüzüne çıktığı bir aşamada kaldırılması da soru işaretlerine sebep oldu.
Süreçte Başbakanla Adalet Bakanı arasında cereyan eden yoğun görüşme trafiği ile birlikte düşünüldüğünde, soru işaretleri daha da yoğunlaştı.
Özellikle yargının iktidar partisi lehine siyasallaştırıldığı yönündeki suçlamaların özellikle anayasa paketine endeksli olarak seslendirildiği bir ortamda bu durum daha fazla dikkatleri çekti.
Bir diğer nokta, hükümetin 1. Ordu Komutanına yönelik vetosunu savunurken, vaktiyle Demirel’in yaptığı tasarrufları örnek göstermesiydi.
Demirel 1969’da dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Cemal Tural’ı “sivil iradeyi takmayan tavırları” sebebiyle görevden alarak Askerî Şûrâ üyeliğine kaydırmış, 1977’de de Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Namık Kemal Ersun’u “darbe hazırlıkları içinde olduğu” gerekçesiyle azletmişti.
AKP hükümetinin bir başka referansı, 1987’de Özal’ın Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Necdet Öztorun’u Genelkurmay Başkanı yapmamasıydı.
Son olayda hükümetin vetosu 1. Ordu Komutanına. Bu örneklerde ise muhataplar ya Genelkurmay Başkanı veya Kara Kuvvetleri Komutanı.
Neticelerine baktığımızda da şunları görüyoruz:
Devrin Cumhurbaşkanı Sunay’ın da onayı ile Tural’ın önce YAŞ üyesi yapılıp sonra emekli edilmesini takiben “demokrasiye bağlı mutedil bir isim” olduğu değerlendirmesiyle Genelkurmay Başkanı yapılan Org. Memduh Tağmaç, çok geçmeden 12 Mart muhtırasını hükümete dayattı.
Ersun’un yerine 3. Ordu Komutanı Or. Ali Fethi Esener’i getirmek isteyen Demirel’le Org. Adnan Ersöz’de ısrar eden Cumhurbaşkanı Korutürk arasında çıkan ihtilâf çözülemeyince, koalisyon ortağı Türkeş’in teklifiyle Ege Ordu Komutanlığından, önce KKK’na, sonra Genelkurmay Başkanlığına getirilen Org. Kenan Evren, 12 Eylül ihtilâlini gerçekleştiren kadronun başını çekti.
Özal’ın veto ettiği Öztorun’un yerine Genelkurmay Başkanı olan Org. Necip Torumtay da ilk Körfez Savaşındaki istifasıyla Özal’a rest çekti.
Bu sonuçlar, askerî cenahta sadece isimler üzerinden yapılan tasarrufların sivil iradeyi hakim kılmak için yeterli olmadığını, asıl olanın yapısal reformlarla sistemi ve zihniyeti demokrasi kriterlerine uygun hale getirmek olduğunu gösteriyor.