Skandal savunma ve sonrası

Skandal savunma ve sonrası

Anayasa paketinin oylanacağı güne aşağı yukarı bir ay kala gündeme gelen farklı bir konu, Türkiye’ye ve özellikle Dışişleri Bakanına son derece ciddî sıkıntılar yaşattı.

Dink ailesinin AİHM’e açtığı dâvâda Türkiye hükümeti adına verilen savunma, tıpkı başörtüsü dâvâsında olduğu gibi, hükümetin demokrasi ve özgürlük söylemleriyle bağdaşmıyor, tam tersine, bilinen devlet reflekslerini yansıtıyordu.

Hrant Dink’in, katlinden önce 301’den mahkûm edildiği ve hakkındaki cezanın Yargıtay’ca da onaylandığı sürece atıf yapılarak, devletçi ve hattâ ırkçı bir yaklaşımla hazırlandığı şeklinde eleştirilere konu olan savunma için yapılan Dışişleri açıklamasında özet olarak şöyle denildi:

“Dink dâvâsında AİHM’e sunulan görüş, hukukî ve teknik unsurlar temelinde hazırlandı.”

Bakanlık kendisini bu şekilde savunmaya çalışırken, Bakan Davudoğlu ise, “O tarihlerde yurt dışında yoğun trafiğimiz olduğu için, savunmayı görmedim, altında imzam yok” diye konuştu.

Ve ayrıca şunları söyledi:

“Beni en çok üzen, ‘Bana getirmeyin’ dediğim şeyler, bu AİHM savunmaları. Hele fikir özgürlüğüyle ilgiliyse, bana çok ağır geliyor. Bazan bunları Adalet Bakanlığına geri gönderiyorum.”

Ama her yönüyle ve çok boyutlu hassasiyetler arz eden Dink dâvâsı gibi son derece kritik bir dâvâda Türkiye adına böyle skandal bir savunmanın, Bakan bypas edilerek AİHM’e verilebilmesi ve Davudoğlu konuşmadan önce Bakanlık adına bu savunmaya resmen sahip çıkan bir açıklama yapılabilmesi, düşündürücü bir durum.

Türkiye’nin bu konularda kat etmesi gereken daha çok mesafeler bulunduğunu gösteriyor.

Ve siyasî irade adına verilen mesajlarla tamamen çelişen uygulamaların devam ediyor olması, derin bürokrasideki direnişin ve çelmeleme çabalarının, en kritik konularda dahi beklenmedik ataklarla sürdüğünü gözler önüne seriyor.

(Millî Eğitim Bakanı, okullarda öğrencilere söyletilen, yıllardır tartışılan ve son günlerde yine gündeme gelen “Andımız” için “Tartışılabilir” derken, bu uygulamanın kaldırılması için açılan iptal dâvâsında Bakanlık adına Danıştay’a gönderilen savunmada söz konusu ucube metne sahip çıkılması bir başka örnek değil miydi?)

Tam bir skandal olarak tarihe geçen Dink savunması sonrasında ilginç bir gelişme daha var.

Söz konusu dosyada imzası olan Adalet Bakanlığı bürokratı (Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdür Yardımcısı), daha sonra, terörle mücadeleyi koordine etmek üzere kurulan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına Hukuk İşleri Daire Başkanı olarak atanmış (Akşam, 2.9.10).

Bir anlamda terfî ettirilip ödüllendirilmiş.

Davudoğlu, “Haberim olunca şok oldum, ama artık yapacak birşey yok” dediği Dink savunmasının yol açtığı tahribatı telâfi için çabalar ve AİHM’in o dâvâda Türkiye için verdiği mahkûmiyet kararına itiraz etmeyerek meseleyi kapatmaya çalışırken, bu ödüllendirme neyin nesi?

O skandalın sorumlusu olarak gözüken bürokratı, daha üst ve önemli bir göreve kim uygun gördü; ve bu kişi, kimlerin telkini, kararı ve imzasıyla Kamu Düzeni Müsteşarlığındaki yeni görevine tayin edildi? Doğrusu merak konusu.

Müsteşarlık terörle mücadelenin koordinasyonu için çalışırken, işin hukukî boyutu, nasıl bir hukuk anlayışına sahip olduğunu Dink dâvâsında AİHM için imza koyduğu savunma ile ortaya koymuş olan bu bürokrata emanet edilecekse, zaten fazlasıyla sıkıntılı olan o cenahtaki sıkıntı daha da katmerlenerek sürecek demektir.

(Kurulalı ve başındaki isim belirleneli aylar olduğu halde, müsteşarlığın hâlâ bina tadilâtlarıyla uğraşıyor olması, konunun ayrı bir boyutu.)

Söz konusu atama, hükümetin kritik görevler için yanlış tercihte bulunma alışkanlığının hâlâ sürdüğünü mü gösteriyor? HSYK’da en çok sıkıntı çıkaran isimlerden biri de, iktidar tarafından ödüllendirilip o göreve getirilmemiş miydi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi