Adalet tarihinden örnekler

Adalet tarihinden örnekler

Dünkü yazımızda iktidar sahiplerinin adalet tevzi etmesi gereken hâkimlere karşı nasıl davrandıklarını yazmıştık. Bugün de adalete inanmış hâkimlerin iktidar sahiplerine karşı, nasıl direndiklerine bir tek örnek verdikten sonra… Hâkimlerin, yanlış, hesabî ve ideolojik tutumlardan, neden uzak durmaları gerektiğini, yazacağız inşallah.
Buna da Yakın Tarihimizden 2 misal vereceğiz. O zaman adalete güveni sağlamanın ve saygıyı korumanın adil ve yiğit hâkimlerin tutumuna bağlı olduğu anlaşılacaktır.
1950’li yılların başında, mahkûmlar arasında efsaneleşen bir hâkim vardı. Adı Emin Ali Dazıroğlu idi. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi Reisiydi. Tecessüm etmiş adaletin kendisi gibiydi. Tertemiz adı hapishane türkülerine bile geçmişti. O türkülerden de bir mısraı hiç unutamıyorum. Kader böyle imiş, Dazıroğlu neylesin? Nakaratı ile bitiyordu. O zaman hâkim teminatı yoktu. Hâkim ve savcılar devlet memurlarıydı. İktidarlar onlara istedikleri gibi muamele ederlerdi. O günün şartlarında, Dazıroğlu avukatımız ve ağabeyimiz, Süleyman Arif Emre’yi çağırıyor:
“İktidarın Adalet Bakanı, Osman Şevki çiçekdağ dün bana geldi. Ticanî’leri nasıl ezdinizse… Sizden Malatya Suikastı Davasında da aynı şekilde hareket etmenizi bekliyoruz, dedi. Ben de kendisine şu cevabı verdim: Ticaniler, Atatürk’ün Heykellerini kıracak kadar Rejim Düşmanı olan irticacılar güruhudur. Halbuki Malatyalı çocuklar, Osman Bölükbaşı’nın söylediği gibi Konya’nın taşı toprağı kadar Türk ve Müslüman gençlerdir. Malatyalılara ağır ceza verdirmek istiyorsanız, bu davayı benden alın. Ya da beni başka bir yere tayin edin. Malatya Davasında sadece hafif bir ceza vereceğim. Teşvik ve tahrik ettikleri söylenen geride kalan sanıkların hepsini beraat ettireceğim. çünkü Hüseyin başkalarının teşvik, tahrik, yardım ve muzahereti ile hareket edecek bir genç değil. Sanıklardan Necip Fazıl’ın deyimi ile Gökteki yıldızdan ateş alan bizatihî müteharrik bir genç. Duruşmalardaki tespitimiz de öyle… Hüseyin kimseye alet olacak biri değil. Tam tersine kendisi öbür sanıkları suça sürüklemiş olabilir, dedim. Yakında hâkimlikten ayrılıyorum. Siyasete atılacağım. Bu çocukları yakacaklar ârif bey. Menderes'e güvenerek bu davayı uzatmayın. Ben Hüseyin’e 6 sene vereceğim. 4 sene yattıktan sonra Meşruten Tahliyeden çıkar” diyor.
Dazıroğlu ayrıldı. O zamanki CHP Büyük Kurultayı’na Divan Başkanı seçildi. Yeni gelen heyet bize toplam 250 sene ceza verdi. Yargıtay’da, bu cezayı tastik ettirecek bir heyet bulamadılar. Rahmetli Menderes basını kazanmak için bize verilen cezanın onaylanmasını istiyordu. Yargıtay’da bizim dosyaya bakan daireye yeni hâkimler tayin ettiler. Onlar cezamızı onayladı. Aralarında, Yassıada’da Rahmetli Menderes ve arkadaşlarını idama mahkûm eden, Salim Başol ile Ferrun Adalı da vardı.
Salim Başol, İmralı duruşmaları sırasında, kendilerine işkence yapıldığını söylemeye çalışan Rahmetli Menderes’in yüzüne karşı: “Sizi buraya tıkan kuvvet öyle istiyor!” diye haykırmıştı.
Millet bunu unutmadı. Ankara Barosu uzun süre, Baroya kabul etmedi. O zamanki Baro Başkanı, (soyadını unuttuğum) Sadık adında bir devre ve sınıf arkadaşımdı. Sadık kardeşim, dürüst, yiğit, samimi bir Atatürkçü idi. Beni kırmadı. Başol’u Baro’ya aldılar ama… Hiçbir vatandaş ona dava vermedi. Bir gün Ankara Kızılay’da birlikte yürüyorduk. Birtakım adamlar, Başol’un yüzüne bakarak yere tükürüyorlardı. çok utandım.
Birinin yakasına sarılacak oldum. Başol mani oldu. Hakaretlere alışmış gibi bir hali vardı. Siyasî Tarih Hocamız, Rahmetli Prof. Coşkun üçok bana bir gün Salim Başol’u neden sevmediğimi sormuştu. O da benim gibi suikastçı da ondan… dedim.
Ben Ahmet Emîn’i yaraladım. O ise hukuka güveni hançerleyerek katletti. Mesleğime güveni hançerleyen adamı ben nasıl seveyim? diye de açıklama yaptım.
Sayın Yargıtay Başsavcısı AK Parti'nin kapatılması için dava açtı. Görevidir; tabiî ki saygı duyarız. O konuda tek kelime söylemeyeceğiz. çünkü Yüce Mahkeme o konuda gerekli kararı verecektir. Ancak davanın gerekçesini çok merak ediyordum.
Sayın başsavcı onu bir cümlede özetledi: “Türban Düzenlemesi yapmasalardı, o davayı açmazdım” anlamına gelen bir sözünü basından okudum.
Demek ki mesleğimizde pire için yorgan yakmak da varmış. ömrümüzün son evresinde Sayın Başsavcıdan bunu da öğrenmiş olduk. Bunun için kendilerine teşekkür borçluyuz. Saygılarımızla…


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi