Kahramanlar ayakta ölür
On sene önce bir tatil turundan dönerken, Bilecik-Adapazarı yolunda Göynük levhasını görünce, çoktandır merak ettiğimiz bu ilçeyi görmek ve bilhassa orada medfun bulunan “fethin manevî mimarı" Akşemseddin Hazretlerini ziyaret etmek için rotamızı oraya çevirmiş; yol üzerinde orijinal Osmanlı mimarî ve kültürünü hâlâ yaşatan ender beldelerimizden Taraklı’yı geçerek Göynük’e ulaşmıştık.
Ziyaretimizi yapıp üst yollardan devam ederek Akyazı ve Adapazarı üzerinden İstanbul’a döndüğümüzde kaleme aldığımız seyahat notlarında bu güzergâhtan da kısaca bahsetmiştik.
Takip eden günlerde yapılan temsilciler toplantısında ak saçlı mütebessim bir zat yanımıza gelerek, “Taraklı ve Göynük’e gidiyorsunuz da, ana yolun hemen kenarındaki Geyve’ye niye uğramıyorsunuz?” diye tatlı bir dille sitem etti.
Temsilcimiz İsmail Hakkı Demir’le daha öncesinde yüz aşinalığımız vardı, ama vicahî görüşmemiz hiç olmamıştı. Bu vesileyle görüşmüş olduk. Ve kendisine, ilk fırsatta telâfi edip Geyve’ye gelerek misafiri olacağımız sözünü verdik.
Çok geçmeden, o fırsat doğdu. Eskişehir’de yapılacak bir toplantıya katılmamız icab etti. Oraya giderken Geyve’yi de programımıza aldık.
Şirin ilçenin merkezindeki çarşıda bulunan ticarethanesine uğrayıp, ardından evine geçtik. Akşam, Adapazarı müdebbirlerinden Sadettin Çelik’in de bir grup gençle geldiği sohbete iştirak ettik. İsmail Hakkı Ağabeyin evinde geçirdiğimiz gecenin ardından, Eskişehir’e devam ettik.
Özellikle son yıllarda, cevval ve gayretli hizmet adamı Cavit Sak’ın Fındıksuyu mevkiindeki yazları birer-ikişer hafta kaldığımız mekânından Geyve’ye indiğimizde ona da uğruyor; göremediğimiz geçmiş gazeteleri ondan alıyorduk.
Geçen seneki tatilimizde, onun kullandığı minibüsle Adapazarı sohbetine gidip dönmüştük.
Bu sene ise, Ramazan’ın 15. günü Sakarya’daki okuyucularımızın düzenlediği iftarda görüşmüş ve ertesi gün pazar alışverişi için indiğimiz Geyve’de, akşamdan sözleştiğimiz üzere dükkânına uğrayıp görüşmüştük. Ama programımız uymadığı için, ancak ayaküstü görüşebilmiştik.
Bu görüşmeden hafızamızda kalan görüntüsü, her zamanki mütebessim hali ve “delikanlı enerjisi”ni yansıtan ataklığı ile taptaze duruyor.
Bu sebeple, önceki Cumartesi sabahı duyduğumuz vefat haberi, benzer bütün âni ölümler gibi bizim için tam bir sürpriz oldu. Biz onu hep dinamik haliyle görmeye alışmıştık, meğerse kalbinde problem varmış. Ve o geceyarısına doğru bir anda fenalaşıp, telefonun ahizesini kaldırdıktan ve arkasını getiremeyip eşine “Oğlumuza haber ver” dedikten saniyeler sonra kaşla göz arasında can emanetini teslim edivermiş.
Hani hep söylenir ya, “Üç gün yatak, dördüncü gün toprak” diye. İsmail Hakkı Ağabey, sırtı hiç yatak yüzü görmeden, “Kahramanlar ayakta ölür” sözünü doğrulayan yeni bir örnek vermiş.
Gerçekten, tarih boyunca ve bilhassa millî mücadele esnasında çok önemli gelişmelere sahne olmuş küçük bir Anadolu kasabasında 40 senedir Risale-i Nur’un ve medyadaki dili Yeni Asya’nın bayrağını dalgalandıragelen bir kahramandı o.
Çok büyük zorluk ve engelleri aşarak hizmeti bugünlere ulaştıran ihlâs, sadakat, sebat ve fedakârlık timsali bir “isimsiz kahramanlar” kuşağının güzide ve seçkin mensuplarından biriydi.
Kalbindeki ciddî rahatsızlığı belli etmemeye çalışarak, gençlere taş çıkartacak bir dinamizm ve enerjiyle son ânına kadar sürdürdüğü hizmetini 70 yaşında noktalayıp terhis belgesini aldı.
Ve şimdi, Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğuna inandığımız berzahtaki nurlu menzilinde, yine hayatını vakfettiği hizmetlerle meşgul.
Âni vefatıyla bizlere “Ölüm haktır” hükmünü hatırlatıp “Dünya fâni” dersi de veren İsmail Hakkı Ağabeyi rahmet dualarıyla yad ediyor; ailesine, yakınlarına ve hizmet arkadaşlarına bir kez daha taziyetlerimizi sunuyor, sabırlar diliyoruz