Yükseköğretimde hukukun üstünlüğüne doğru
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı üç öğrencinin şikayet dilekçesi üzerine İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne 23 Temmuz 2010 tarihli bir yazı gönderdi. Bu yazıda eğitim özgürlüğünün korunmasının önemi üzerinde durulmuş ve disiplin usûlü hakkında çok güzel bir değerlendirme yapılmıştır...
28 Şubat döneminde başlayan ve öğrencileri kıyafetlerinden dolayı derslere, uygulamalara ve sınavlara almayan Ergenekon zihniyeti, Alemdaroğlu’nun ardından da hükmünü sürdürdü... İstanbul Üniversitesi’nde son yapılan rektörlük seçimi ile Prof. Dr. Yunus Söylet rektör atandı... Bu dönemde başörtülü bazı kız öğrenciler şapkayla derslere girmeye çalıştılar ve girdiler... Ancak darbe döneminin alışkanlıklarını devam ettirmek isteyenler, bu öğrencileri derslere almayıp, öğrenci dersten çıkmayınca da kendileri sınıfı terkettiler... Öğrencileri yoklamalarında “yok” yazdılar... Ve tutanak ile de yönetime ilettiler... Öğretim üyelerinin bu şikayetleri üzerine öğrenciler hakkında soruşturmalar açıldı. 28 Şubat kalıntıları idareciler ve öğretim üyeleri, geçmiş dönemlerin yaralarını sarmak yerine zulüm haline gelmiş bu uygulamayı devam ettirmek istediler... Başörtülü bir kız öğrencinin derslere girmesi suç ise(!), öğrenci daha bu suçu işlemeden cezalandırılıyordu... Hem de en ağır şekilde... Derslere, uygulamalara ve sınavlara alınmıyor; kaza ile girmişse “yok” sayılıyordu.
30 Ağustos 2010 tarihinde İ.Ü. Rektörlüğü’ne ulaşan yazı, öğretim üyelerine 13 Eylül 2010 tarihinde duyuruldu... Neredeyse 1.5 ay sonra!.. Bu yazıyla; “Öğrencilerin mevzuata aykırılık teşkil eden davranışlarının neler olduğu ve bunlara uygulanacak yaptırımların ise 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 54. Maddesine dayanılarak çıkarılan Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’nde tahdidi olarak sayıldığı: Bir dersin öğretim üyesinin bu hükümlerin dışına çıkarak öğrencileri derse almamak veya dersten çıkarmak gibi bir yetkisinin bulunmadığı; kurallara aykırı davrandığı veya disiplin suçu işlediği düşünülen öğrenciler hakkında öğretim elemanı tarafından yapılacak işlemin, durumun bir tutanağa bağlanarak varsa ispata yarar evrakın tutanağa eklenmesi suretiyle disiplin yönünden gerekli işlemi yapmak üzere ilgili dekanlığa/müdürlüğe iletmekten ibaret olduğu” bildirildi.
Böylece 28 Şubat’la başlayan ve bugüne kadar bir şekilde devam eden zulme karşı YÖK tarafından anlamlı bir duruş sergilenmiş oldu... Ayrıca “derse katılmak isteyen öğrenciyi derse almayarak, dersten çıkararak veya derse girmiş öğrenciyi yok göstererek kanun ve yönetmeliklerde yer almayan bir yaptırım uygulayan öğretim elemanının bu fiilinin disiplin suçu teşkil edeceği” uyarısında bulunuldu.
YÖK’ün ortaya koyduğu hukuki değerlendirme sonucu öğrenciler, başörtüsü ile derse girebilirler... Öğretim üyeleri öğrenciyi derse almamak gibi bir uygulama ile onu cezalandıramaz... Bu takdirde öğretim üyesi, disiplin suçu işlemiş olur... Öğretim üyesi, öğrencinin disiplin suçu işlediğini düşünüyorsa, tutanakla durumu dekanlığa iletecektir... Dekanlık suç görüyorsa, soruşturma açacaktır!.. YÖK tamamen olmasa da başörtülü öğrencilere karşı uygulanan zulme hukukun üstünlüğünü ortaya koyarak kısmen dur demiştir.. Bu hususun tüm üniversiteler için de geçerli olacağını söylemek gerekir...
Gerçek öğretim üyesi, kendi dersi ve araştırması ile uğraşır. Öğrencisinin kılık-kıyafeti onu ilgilendirmez... Onu ancak öğrencisinin bilgisi ilgilendirir... Öğrenciler belki açılacak soruşturmalar ile ceza alabilirler!.. Ama derslerinden, uygulamalardan devamsız kalamaz ve sınavlarına girebilirler... Aslında YÖK bu konuda yapabileceğinin asgarisini gecikmiş şekilde yaptı... Nitekim önceki yazımın birinde şöyle yazmıştım; “Sivil Dayanışma Platformu Başkanı (SDP) yeni Genelkurmay Başkanı’ndan bazı isteklerde bulunuyor... Bunlardan biri ‘artık kışlaların kapılarında başörtülü annelere, şehit yakınlarına uygulanan yasakların kalkması...’ Demek ki Genelkurmay Başkanı isterse bu sorunun çözümüne katkıda bulunabilir... Bu doğru, bence de Genelkurmay Başkanı isterse kışlalara başörtülüler girebilir. Aynı şekilde başörtülüler üniversitelere de girebilir, bunu YÖK isterse başarabilir. Çünkü yasaklayan bir yasa maddesi yok.”
Ümit ediyorum ki; Anayasa değişikliğinin sağlıklı bir şekilde hayata geçirilmesine muvaffak olunursa; hem öğrenciler ve hem de çalışan bayanlar için başörtüsü zulmünün tamamen bitirilmesinin kapısı aralanabilir...Referandum sonrası yeni sivil bir Anayasa söylemleri gündeme geliyor... Bunu BDP de dillendiriyor... Yüzleri kızarmadan, hakketmedikleri halde... Yeni Anayasa çalışmalarına başlamadan önce Anayasa değişikliğini sağlıklı bir şekilde hayata geçirmek daha hayatidir... Eğer Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yeni yapısı milletin beklentileri doğrultusunda oluşmaz ise yeni Anayasa hayal olur... Yargıtay Başsavcısı’nın dediklerine dikkat etmek gerekir... Bu süre içinde yapılacak iki önemli husus bunlardır...
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN BAŞÖRTÜSÜ İMTİHANI
Referandum sırasında CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “Başörtüsü sorununu biz çözeriz” sözü üzerine tartışmalar yaşandı... Bu arada AK Parti milletvekillerinden bazıları da bu tartışmaya katıldılar... Konu, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin başörtülü bayanlara, başörtülü fotoğrafla paso vermemesi... Eğer CHP bu konuda samimi ise paso verirken “başı açık fotoğraf” istemekten vazgeçsin dediler... Ancak başkalarının söküğünü dile getirenler, önce kendi söküklerini dikmeli değiller mi?.. Tabii ki bu sorunun çözülmesini, 28 Şubat döneminde İstanbul Üniversitesi’nde Alemdaroğlu’nun başörtüsü zulmüne karşı durduğu için bedel ödeyen biri olarak ben de istiyorum... Ayrıca benim bu milletvekillerine ve Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a başka bir önerim daha var... Onlar da İçişleri Bakanlığı’nın Emniyet mensuplarının yakınları bayanlara, sosyal tesislere giriş kartı vermek için “başı açık fotoğraf” isteyen yönetmelik maddesini kaldırsınlar... Kaldırsınlar ki; Emniyet mensuplarının başörtülü yakınları da kimlik kartı alabilsinler. Bundan sonra da başkalarını eleştirebilsinler...
Ben bu konuyu geçen yıl bir defa dile getirdim. Babası emekli bir Emniyet mensubu olan eşim, 2005 yılından bu yana İçişleri Bakanlığı’nın başörtüsü ile ilgili bu uygulamasının mağdurudur... Hatta İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a da bir mektup yazdım... Ancak cevap olumsuz geldi... Zamanın İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya da iletmeme rağmen bir sonuç alamadım... Şimdi sözüm Sayın Başbakan’adır... Lütfen ilgilenin Sayın Başbakan, İçişleri Bakanlığı’na ve dolayısıyla Hükümetinize yakışmayan bu uygulamaya son verin...
Emniyet Genel Müdürlüğü Sosyal Tesisler Kuruluş Görev ve Çalışma Yönetmeliği’nin 63. Maddesinin (2). fıkrasında; “Başvurularda verilecek fotoğraflar kişinin son haliyle çekilmiş bayan ve erkekler başı açık, sakalsız ve resmi evrakta kullanılacak nitelikte olacaktır. Personelin anne-babaları tarafından, yaşları ileri olmak kaydıyla erkekler hafif sakallı, bayanlar çene altından bağlanmış, saç dipleri görülecek şekilde eşarplı fotoğraf verebilirler” denilmektedir... Aslında 2002 yılı seçimlerinde tarafsız(!) İçişleri Bakanı’nın onayıyla yönetmeliğe sokulan bu madde ne yazık ki daha sonra dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun 2006 yılındaki onayıyla yürürlüğünü sürdürmüş... Bu yönetmelik maddesinin Abdülkadir Aksu’nun da onayını alarak yürürlüğünün sürdürülmesi ayrı bir üzüntü kaynağıdır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.