CHP’nin “yeni sayfa”sı
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da Erdoğan gibi “yeni bir sayfa” açmaktan bahsediyor ve söylem düzeyinde peş peşe yaptığı “açılım”larla, partisinin seksen yıllık çizgisinde “keskin revizyonlar”ın işaretini veriyor.
Laikliğin tehlikede olmadığını söylüyor.
“Dinî alanda özgürlükler genişletilmeli” diyor.
Cemaatlere saygılı olduğunu; insanlarımızın manevî dünyalarında cemaatlere yakınlık duyabileceklerini; hattâ Nurcu da, Süleymancı da, “Fethullahçı” da olabileceklerini ifade ediyor.
Hemen peşinden koyduğu “Yeter ki siyasallaştırmasınlar” kaydı, prensip olarak haklı gerekçeleri olan bir ihtiyat ve teyakkuzun ifadesi.
Dinin ve ona hizmet için var olan cemaatlerin siyasallaşmaması gereği, Bediüzzaman’ın da bir asır önce dikkat çektiği çok önemli bir ölçü.
Ve Türkiye’de din-siyaset-laiklik ekseninde yaşanan gerilimi besleyegelen başlıca sebeplerden biri, bu ölçüyü kaale almayan hatalı tavırlar.
Bir diğeri de, prensip olarak din ve vicdan özgürlüğünün teminatı olması gereken laikliği din karşıtlığı şeklinde yorumlayıp, dayatmacı yöntemlerle o tarzda uygulayan laikçi fanatizm.
CHP de ne yazık ki bu fanatizmin politika arenasındaki öncü aktörlerinden biri olageldi.
Kılıçdaroğlu’nun bu çizgi açısından ciddî bir kırılmayı ifade eden söylemleri, partinin kurumsal duruşuna nasıl ve ne ölçüde mal olabilir?
Özellikle, Kılıçdaroğlu’nun başkanlığa gelmesinde etkin rol oynayan, kendisini partideki Kemalist damarın temsilcisi olarak niteleyen ve örgüt yapısındaki etkinliğini koruyan Önder Sav çizgisi, bu “aykırı” çıkışlar için ne düşünüyor?
Bu çizginin şu andaki sessizliği zımnî bir tasvibin ifadesi olarak görülebilir mi, yoksa Kemal Beye yeni ve keskin U dönüşleri yaptırabilir mi?
Bunlar şu an için cevabı belirsiz sorular.
Ama Kılıçdaroğlu’nun klasik CHP çizgisiyle örtüşmeyen, tam tersine çelişen söylemleri, özellikle laikçi çizgiyi aşındırıyor, laiklik yorumunu yumuşatacak bir yolu aralıyor, cemaatlere bakışta gerçekçi bir yaklaşımın önünü açıyor.
Bunlar, bir yönüyle, Baykal’ın takdirle karşılanan Kutlu Doğum konuşmasıyla yaptığı açılımın daha ileri boyutlara taşınmasını ifade ediyor.
Ama dediğimiz gibi, bu yeni yaklaşımın parti kimliğine ne ölçüde mal olduğu henüz meçhul.
Gerek 1950 öncesindeki tek parti döneminde, gerek ihtilâllerde, gerekse demokrasinin darboğaza girdiği kriz zamanlarında izlediği politikalarla hep milletin büyük çoğunluğunu karşısına almış olan bu parti, gerçekten değişebilir mi?
Olumlu bir değişim geçirerek milletle barışabilir ve Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi, “demokrasinin önünü açan bir parti” haline gelebilir mi?
Tam yüz sene önce “Meşrutiyet zamanında tevbe kapısı açıktır” diyen Bediüzzaman’ın tesbiti, demokrasi devrinde herkes gibi CHP için de geçerli. Ve bunun CHP için nasıl olacağının yolunu, yine Said Nursî, çok partili demokrasiye geçiş işaretlerinin belirmeye başladığı 1940’ların ikinci yarısında dönemin CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı bir mektupta göstermiş.
Birinci Dünya Savaşının ardından milletlerarası anlaşmaların zoruyla yaptırılan inkılâpların yol açtığı tahribatı izale için, inkılâp kusurlarının, onları gerçekleştiren birkaç kişiye münhasır bırakılıp, Kur’ân ve iman hakikatlerine sahip çıkılarak milletle barışılabileceğini vurgulamış.
CHP’nin yeni bir sayfa açarak, şimdiye kadar kavgalı olduğu millet ekseriyetinin gönlünü kazanabilmesi, Said Nursî’nin tavsiyesine kulak vererek samimî bir özeleştiri yapmasına ve Kılıçdaroğlu’nun olumlu söylemlerinde ifadesini bulan açılımları partinin kurumsal kimliğine de mal ederek inandırıcı hale getirmesine bağlı.
Bu zorlu, ama gerekli süreçte iktidar partisi başta olmak üzere bütün siyasî aktörlerin ve kamuoyunun yapıcı ve teşvikkâr yaklaşımlarla CHP’ye yardımcı olmaları, işi kolaylaştırabilir.
Ve başarılabilirse herkes rahatlar.