Üniversitelerin görevleri ülke sorunlarına çözüm üretmektir
Üniversitelerde 2010-2011 eğitim-öğretim Yılı törenlerle başladı... Bazı üniversiteler açılışlarını ya sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün veya sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımlarıyla gerçekleştirdiler. Yapılan konuşmalar genel olarak üniversitelerin görevlerini hatırlatıcı özellikteydi... Geçen yazımda ifade ettiğim 23 Temmuz 2010 tarihli YÖK genelgesinin etkilerini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin açılışında gördüm ve artık huzurlu bir akademik yılın başladığını düşünerek sevindim. Sevindim çünkü 28 Şubat’ın yasakçıları başörtüsü yasağını ilk Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde uyguladılar... Tam on iki yıl sonra kısmen de olsa öğrencilerin arasında kılık-kıyafet üzerinden yapılan ayrımcılık bitirilmiş oldu. Velilerin de katıldığı tören Dekan Bey’in, tıp eğitiminin önemi ve özellikleri konusunda yaptığı konuşma ile başladı. Gelenek haline gelmiş yeni kayıt olan öğrencilere “önlük giydirme töreni” ile sona erdi... Başörtülü öğrencilerin de bu törende bulunmalarına bakarak üniversitelerde normalleşmenin başladığını söyleyebilirim. Böyle huzurlu bir eğitim ortamının oluşmasına katkıda bulunan her yetkiliye teşekkür ederim... Üniversitelerde eğitim ortamının huzurunu sağlayacak bu anlayış aynı zamanda araştırmaların kalitesini ve ülke sorunlarının çözümüne katkısının seviyesini de yükseltecektir...
Nitekim Nevşehir Üniversitesi’nin 2010-2011 Akademik Yılı açılışına katılan Yükseköğretim Kurulu Başkanı Prof.Dr. Yusuf Ziya Özcan, üniversitelerin araştırmalara önem vermesi gerektiğini söylemiş ve özellikle tohum ithalatının ciddi tehlikelerin sinyali olabileceği konusunda uyarıda bulunmuş... Özetle “ülkemizde kullanılan domates ve buğday tohumlarının büyük bir kısmının yerli olmadığı, bu tohumların ABD ve İsrail’den getirildiği; genetikleri üzerinde müdahalede bulunulan bu tohumların hiç bilmediğimiz hastalıklara neden olabileceği” konusundaki endişelerini dile getirmiş. Ayrıca böyle bir uygulamanın zamanla bir milletin sağlığı üzerinde ciddi sonuçlarının olabileceği ihtimali üzerinde durmuş ve bu konuda üniversitelerden yardım istemiş...
GEN MÜHENDİSLİĞİ ÇALIŞMALARININ MUHTEMEL ETKİLERİ
Doğrusu gen mühendisliği alanında yapılan çalışmaların sonucunda dünyadaki gelişmeler bilim adamlarınca ilgiyle izlenmektedir... Yıllar önce koyun klonlanması sonucu bir benzerinin doğumunu sağlayan ilk çalışma heyecan uyandırmıştı... Bu uygulamanın yakın zamanda İ.Ü. Veterinerlik Fakültesi’nde de başarılı olduğunu biliyorum... Hatta bu alanda çalışan bilim adamlarının, müsaade edilse, insanın da klonlanması hususunda hedeflerinin olduğu ifade edilmektedir...
Bu tür çalışmaların iyi niyetle yapıldığını düşündüğümüzde; gıda üretiminde verimi artırmak, ürünün yetiştirilmesinde hastalıklara karşı daha dayanıklı hale getirmek gibi amaçlar taşıdığını söyleyebiliriz. Böylece tohum, türünün özelliklerini taşımasının yanında ek olarak bazı özellikleri de taşır hale getirilmektedir. Sadece bu amaçlarla yapılsa bile tohumun genetiğinde yapılan değişikliklerin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olacağı kesin olarak bilinmemektedir... Çünkü bazı etkiler kısa sürede ortaya çıkmayabilir, uzun süre sonra etkilerini görmek mümkün olabilir. Tıpkı hayatımızın vazgeçilmez unsurları haline gelen bazı elektronik cihazlarının meydana getirdiği elektromanyetik dalgaların, sağlığımız üzerinde oluşabilecek muhtemel etkileri gibi... Gıda üreticilerinin teknolojik gelişmelerle ortaya çıkan bu imkanları daha çok kazanmak için kullanmak istediği açıktır... Bu konuda endişeler sadece bizde değil, bir çok ülkede söz konusu... Üretici firmaların da genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlerin ileride hiçbir yan etkisinin olmayacağını kesin olarak söylemesi mümkün değildir...
BEYNELMİLEL SERMAYENİN KAZANMA HIRSIYLA YAPTIKLARI
Daha yakın zamanlarda, çok kazanmak amacıyla Dünya Sağlık Örgütü’nü dahi yanlış yönlendirerek, olayları manipüle ederek ürettikleri aşıyı satan ilaç firmalarını gördük... Ülkemize epeyce pahalıya mal olan “kuş gribi” ve “domuz gribi” gibi salgınlarının olacağı hususu abartılı biçimde, kasıtlı olarak hazırlanan raporla öne sürüldü, dünya endişeye sokuldu. Böylece bir ilaç firmasının ürettiği aşıların ülkeler tarafından bolca satın alınması sağlandı. Bunun yanında, örneğin kuş gribi nedeniyle, Anadolu’muzun neresinde varsa yerli kümes hayvanları ortadan kaldırıldı, nesilleri tüketildi... Sadece kuş gribi salgınında değil bilhassa domuz gribi salgınında da aşı üretimi yapan ilaç firması suçüstü yakalandı... Çok kazanmak için insan sağlığını dahi düşünmeyen ancak sağlık alanında üretim yapan firmalar mevcut... Bu anlayışın neler yapabileceği konusunda bazıları enteresan fikirler ileri sürülüyor... Deniliyor ki, bazı sermaye sahipleri genetiği değiştirilmiş bazı bakteri veya virüslerle yeni bir hastalığı insanlar arasında salgın hale getirebilir. Meydana getirilen hastalığın nasıl tedavi edileceğini de bilen bu firma ürettiği ilacın bu yolla satılmasını ve kazanmayı planlayabilir. Bir nevi biyolojik savaş gibi... Eğer bir ülke insanlarını hedef alan saldırı isteniyorsa, o ülkenin bu saldırıya karşı nasıl bir tedbir alacağını da bilememesiyle, saldırının acıklı sonuçlarının olacağı açıktır...
Bütün bunların olabileceğine inanıyorsak tohumların genetiğinin kötü niyetli, yani hastalık meydana getirsin diye değiştirilmesinin de mümkün olacağını, yani biyolojik silah olarak kullanılabileceğine inanabiliriz... Bu teknolojik olarak mümkündür... Bazı ülkelerde genetiği değiştirilmiş mısırın deney hayvanlarının kan parametreleri üzerinde olumsuz etkileri saptanmış ve ve bu ürün o ülkede yasaklanmış... Tabii ki bu sonuçlar deneylerin süresi içersinde ortaya çıkmayabilir de... Böyle bir durumda genetiği değiştirilmiş bir ürünün daha uzun sürede ciddi sağlık sorunlarına neden olmayacağını kimse garanti edemez... Bu konuda ilk yapılacak olan kendi tohumlarımızı üretmektir... Ancak dışarıdan buğday satın almak zorunda kalan bir ülke olarak bu tohumların üzerinde ne gibi değişikliklerin yapıldığını ve muhtemel olumsuz etkilerini araştırmak için elbette üniversitelere görev düşer...Toplumun sağlığı ve mutluluğunu temin etmek başta ülkeyi yönetenlerin omuzlarındaki sorumluluk ise de toplumun problemlerinin çözülmesinde öncü kurumlar olarak üniversiteler de bu sorumluluğa ortaktır. Üniversiteler insan sağlığını tehdit edebilecek potansiyele sahip bir takım teknolojik gelişmelerin zararına engel olacak tedbirlerin alınmasında çözüm üretmelidir. Bu konuda başta Sağlık Bakanlığı’nın, Tarım Bakanlığı’nın ve Çevre Bakanlığı’nın yaptıkları ve yapabilecekleri olduğunu düşünmekteyim.
28 Eylül-1 Ekim 2010 tarihleri arasında Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde Türk Biyofizik Derneği’nin düzenlediği 22. Ulusal Biyofizik Kongresi’ne katıldım... Dünyadaki gelişmeleri takip etmeye çalışan bir ekibin yaptığı araştırmaların sonuçlarını izledim... Bilginin üretilmesi ve çoğaltılması için huzurlu ortamlara ihtiyaç olduğu açıktır. 28 Şubat’ın ülkeye getirdiği gerilimli ortamın yavaş yavaş yerini huzurlu çalışma ortamına bırakması doğrusu beni heyecanlandırıyor... Üniversiteler toplumun beyni gibi kabul edilen ve onların yerine düşünmesi gereken kurumlardır. Üniversitelerin potansiyelini başörtüsü ile mücadele etmeye yönlendiren zihniyetin artık geride kaldığını görmekteyim...
Türkiye’nin temel bilimler alanına daha çok yatırım yapması gereklidir. Böylece üretilecek bilgiler ülke sorunlarının çözülmesinde kullanılabilir... Sayın YÖK Başkanı’nın istedikleri ancak bu şekilde hayata geçirilebilir. Bu açıdan bakıldığında 22. Ulusal Biyofizik Kongresi’nde önemli sonuçların ortaya konulduğunu gördüm... Bu sonuçların sunulduğu posterlerden birine verilen birincilik ödülü beni ayrıca mutlu etti... Çünkü bu ödül sorumluluğunu yürüttüğüm Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı’nda yapılmış bir araştırmaya verildi. Biyofizik Kongresi’nin gerçekleşmesi, YÖK Başkanı’nın üniversiteleri GDO’lu gıdalarla oluşacak muhtemel tehlikelere karşı göreve davet etmesi ile eş zamanlı gündeme geldiği için bunları yazmanın yararlı olacağını düşündüm.
Sadece genetiği değiştirilmiş gıdaların muhtemel etkilerini tespit ve takip etme konusunda değil, aynı zamanda çevrede oluşan ve insan sağlığını tehdit eden her konuda, biyofizik bilim adamlarının katkısı olabileceğini söylemeliyim. Örneğin havada, suda ve toprakta çevre kirliliği oluşturan toksik elementlerin tespiti ve insan sağlığını tehdit eden etkilerinin takibi için biyofizikçilerin önemli bir görev üstlenebileceğini düşünmekteyim...
Üniversitelerin tıp fakülteleri başta olmak üzere Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde hekimlere uzmanlık eğitimi verilmektedir. Bir çok dalda ülkeye hizmet edecek uzman yetiştirilmekteler. Ancak teknolojinin hızlı gelişmesine bağlı sağlık sorunlarının çözülebilmesi için bu gelişmelere paralel olarak aynı hızda çözümler üretebilmekte sorunlar mevcut... YÖK Başkanı Sayın Özcan’ın ifade ettiği gibi genetiği değiştirilmiş ürünlerin insan sağlığı üzerinde bir tehdidi söz konusu ise, toksik elementlerin ve elektromanyetik alanların hatta yediğimiz meyve ve sebzelerde kullanılmış böcek ilaçlarının miktarlarının da insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri önemlidir. Türkiye’nin bu zararlı etkileri tespit ve takip konusunda bir ekibe ihtiyacı olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır...
Biyofizik, tıp fakülteleri içersinde eğitim veren bir anabilim dalıdır... Yukarıda belirttiğim özelliklere sahip uzmanları yetiştirecek potansiyele ve altyapıya sahiptir... Ancak bu hizmet alanında uzmanlık eğitimi verecek şekilde adı Sağlık Bakanlığı Uzmanlık Tüzüğü’ne henüz dahil edilmemiştir. Temel tıp bilimleri içinde yer alan histoloji, fizyoloji, anatomi ve biyokimya gibi anabilim dallarının bu tüzükte adları geçmekte ve uzman yetiştirmekteler... Temel tıp bilimleri içersinde yer almasına ve teknolojinin getireceği zararlı etkilerden insan sağlığının korunması için tespit ve takipte gerekli imkanları olmasına rağmen, biyofizik anabilim dalı bu nedenle uzmanlık eğitimi verememektedir... Moleküler biyofizik GDO’lu gıdalar üzerinde yapılacak bilimsel çalışmaları gerçekleştirmede Türkiye’nin önemli bir imkanıdır... Bu potansiyele sahip olmasına rağmen uzmanlık tüzüğünde yer almaması vereceği hizmetlerin önünde bir engel olarak durmaktadır... Temel tıp bilimleri arasında yer alan biyofizik de Sağlık Bakanlığı Uzmanlık Tüzüğü’nde yer almalıdır... Yer almalıdır ki, bu konuda çalışabilecek uzmanları, elemanları yetiştirerek sağlık hizmetine sunabilsin...
Bu sorunun çözümü YÖK Başkanı başta olmak üzere Sağlık Bakanı’nın, Tarım Bakanı’nın ve Çevre Bakanı’nın katkılarını beklemektedir...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.