THY’nin kısa zamanda büyük başarısı
önceki yıllarda, THY’nin başında İstanbul Belediyesinden gelme, adını (Unutmaktan ziyade, hatırlamak istemediğim) bir zat vardı.
Kartel Medyası’ına yaranmak için, VAKİT gazetemizi uçaklara sokmuyordu.
O yıllarda yurtdışına çok sık gidiyorduk. Her gidiş ve dönüşümüzde, gazetemizi istiyorduk. Olmadığını söylüyorlardı. Halbuki diğer gazeteleri, hostesler, gazete satıcıları gibi, uçağa giren yolculara, ikram diye veriyorlardı.
Tekerlekli arabada öbür gazetelerin yanında magazin, baldır bacak, kamusal kazanç evi bülteni gibi paçavralar vardı da… VAKİT gazetemiz yoktu. Bu bizim çok ağırımıza gidiyordu.
Birkaç defa ilgililerle sert tartışmalarımız oldu.
Onlar: “Biz ne yapalım? Yukardan bize verilen emir böyle” diyorlardı. Haklı söze ne denirdi?
Bu haksızlığı kamuoyuna duyurmak için kendi köşemde birkaç yazı yazdım:
“Uçakla giden, okuyacağı gazeteyi kendi parasıyla alsın. Belki de ömründe 1 defa bile uçağa binmemiş fakir fukara vatandaşların paralarıyla gazete satın almak THY gibi bir kamu kurumuna yakışır mı?” dedim.
Kamu kurum ve kuruluşlarının görevi, vatandaşlar arasında ayrım ve tercih yapmak değildir.
Ya uçak yolcularına ikram etmek için, bütün gazetelerden alacaksınız.
Ya da aralarında halk düşmanı olanların bile bulunduğu gazeteleri de almayacaksınız.
Herkesin bildiği gibi, ciddi bir gazetede habercilik önde olmalıdır.
Piyasadaki gazetelerin kaçında, bu ciddiyeti bulabiliyoruz?
Parasını fakir halkın sırtından ödeyip, ikram diye dağıtılan gazeteler bu evsaf ve kalitedeler mi? Aralarında milletin millî ve manevî değerlerine saygılı kaç gazete var?
çoğunda, ideolojik düşünce ve sapmalar ön plânda gelmiyor mu?
Kamuya hizmet bu mu? Bütün bu aksaklıkları dile getirdim. İsmini vermek istemediğim, o zamanki THY Genel Müdürü bizim haklı talep ve uyarılarımızı hiç kaale almıyordu. Hak verilmez alınır diye, doğru bir söz vardır. Biz o söze inananlardanız.
VAKİT gazetemiz, o dönemde Almanya’da da çıkıyor ve bütün Avrupa’ya dağıtılıyordu. Fikrî mücadelenin sonuçsuz kalacağı anlaşılmıştı. Fiilî mücadeleden başka, bir çaremiz kalmamıştı.
Bir Avrupa dönüşümde, uçağa binmeyi bekleyen yolculara, yüksek sesle: “Uçakta VAKİT gazetesi verilmiyor. Aranızda VAKİT okuyucuları varsa, kendi paraları ile gazete büfesinden gazetelerini alsınlar” diye söyledim.
Uçak havalandıktan sonra, ayağa kalktım. VAKİT yazarıyım diye kendimi tanıttım. Tıpkı şehir hatlarındaki işportacılar gibi… VAKİT okuyucularının bir kâğıda isimlerini yazıp bana vermelerini istedim. İsimler elden ele bana ulaştı, Tam 16 kişi VAKİT gazetesi almıştı. öbür gazetelerden 11 Hürriyet, 8 de Milliyet vardı.
Oracıkta bir zabıt tuttum. Birkaç yolcuya imzalattım. Kendi köşemde bu gerçekleri dile getirmeye çalıştım. Birkaç gün sonra Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım Beyefendinin beni telefonla aradığını söylediler.
“Beyefendi” sözcüğünü kibarlık olsun diye söylemiyorum. Daha birkaç gün önce, bugünkü Kabine de enerji sahasında ülkemize çağ atlatan, Sayın Hilmi Güler gibi Bakanlarımızın (Biri hariç) diğer bütün Bakanlarımızın kendi konularının uzmanı olduklarını yazdım. Ve bunun için Sayın Başbakanımıza da teşekkür ettim. Asıl yazmak istediklerimi bugüne sığdıramadım.
Yarın devam ederiz inşallah…
Sevgi, saygı ve dualarımla...