Tayyip’e şok ceza
Hürriyet gazetesinin, 22 Nisan 1998 tarihli nüshası bu manşetle çıkmış.
“Muhtar bile olamaz” başlığı altında, soru ve cevaplar şeklinde kendilerince tabuta çivi de çakmışlar.
- Yeniden başkan adayı olabilir mi?
Hayır, olamaz.
- Erdoğan milletvekili adayı olabilir mi?
Hayır, olamaz.
- Erdoğan, parti genel başkanı olabilir mi?
Hayır, olamaz...
Ziya Gökalp’in asker duası adlı şiiri, yakalanmış kanlı bir suç aleti gibi “Erdoğan’ı bu sözler yaktı” cümlesiyle sayfa kenarına yerleştirilmiş.
Yetmemiş, bu hukuk cinayeti sıradan haber gibi servis edilmiş.
DGM Savcısı beraat istemiş; fakat mahkeme ‘tahrik var’ deyip 1’e karşı 2 oyla mahkûm etmiş.
Arada Erdoğan’ın iki satırlık açıklamasına da yer verilmiş;
“Kararın benim için hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Önemli olan milletin gönlünde yer edebilmektir.”
Neticesi malum.
Maksadımız arşivi karıştırıp “Tutturamadınız!” demek değil elbette.
Ama şöyle bir durum çıkıyor ortaya.
Öyle bir medya ki; İstanbul Belediye Başkanı’na sanki emrindeki adam gibi ön adı ile hitap edebiliyor, darbe kalıntısı mahkemenin işlediği hukuk cinayetlerini meşrulaştırıp zevkle manşete taşıyabiliyor, seçilmiş bir siyasetçinin “gerektiğinde” tasfiye edilip artık muhtar bile olamayacağını millete karşı ilan ediyor.
Şimdi bu gazetecilik tipinin eksikliği memleket namına bir kayıp mıdır?
Ya da bu sicile yaslanıp, bugün Erdoğan’a atfen siyasi vesayet yaygarası koparmak ne kadar tutarlıdır?
Hürriyet ya da diğerleri...
Bu gazetecilik modeli yıllar boyunca bürokratik vesayetin muhafızı oldu.
28 Şubat öncesi ve sonrasında attıkları manşetler, karaladıkları köşe yazıları ve çarpıttıkları haberler, büyük bir katalog haline getirilip yayınlanmalıdır.
Üzerinde ciddi akademik çalışmalar yapılabilecek kadar hacimli bir malzeme ortaya çıkacaktır.
Hafızalar tazelenip Türkiye’nin kat ettiği mesafe net olarak ölçülebilecektir.
Cuntalar nasıl yüreklendirilir ve askerî vesayet nasıl kurumsallaştırılır?
Haber nasıl çarpıtılır? Demokrasi nasıl kevgire çevrilir?
Millet Meclisi nasıl baskı altına alınır?
İnsan hakları, meslekî etik ve hukuk nasıl buruşturulur?
Holding medyası olarak bu hizmetin karşılığı ekonomiye nasıl tahvil edilir?
İş bitirici kalemlere yüzbinlerce dolarlık maaş ve milyonlarca dolarlık prim nasıl ödenir?
Daha nice soruların cevabı o manşetlerde gizlidir.
Bugün kara mizah gibi görünse de; vaktiyle cuntalardan brifing alan savcılar, o gazetelerden kestikleri kupürleri delil olarak iddianame dosyalarına ekliyorlardı.
Siyasi vesayet iddiasının aslı başkadır!
Açıkçası “Tayyip’li manşet” atamamak ve jakoben bürokrasiye selam çakamamak sıkıntısıdır.
Ya da bu zihniyetteki medyanın “dışarı çıkamamak” sorunudur.
Hariçten gazel atıyorlar.
Fakat Türkiye değişiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.