Akıl almaz olaylar
Bir adam çıkıyor. Kafasına göre insanlar buluyor. Yine kendi kafasından olan bazı rektörlerle anlaşıyor. Televizyonların en çok izlendiği saatlerde, bir program yapıyor.
Hangi üniversiteyi ayarlamışsa, oranın en geniş salonuna gençleri toplattırıyor. Getirdiği güya uzman kişileri konuşturuyor. Kimini hararetle alkışlatıyor. Kimini yuhalatıyor.
Sıra güya sorular faslına geliyor. önceden ayarlanmış gençlere söz veriyor. Onlar kısa sorular yerine, millî iradeyi temsil eden iktidar ile sanal bir irtica aleyhine nutuklar atıyorlar.
Programcı oldukça, kurnaz ama… Kurnaz olduğu kadar cesaretli değil. Holdingci patronundan dersini iyi almış olacak ki… Konuşmacıları açıkça iktidara saldırtmayı göze alamıyor. Objektif ve tarafsız görünüyor.
Patronu ile hükümetin arasını açacak, tavır, tutum ve sözlerden uzak durmaya çalışıyor. Hiç de samimi olmayan bu tutumu gözlerden kaçmıyor. Ancak dikkatle bakınca, gençleri iktidar aleyhinde motive etmekle görevli olduğu kolayca anlaşılıyor.
Davetli konuşmacıların, sözleri bitince… Sıra sorularla eleştirilere gelmiş oluyor. Asıl telkin, teşvik ve tahrik de bu fasılda yapılıyor. Programcı rolüne çok iyi hazırlanmış usta bir aktör gibi atraksiyonlara başlıyor.
Güya lafı uzatan gençlere uyarılarda bulunuyor: “Kısa kes. Ne soracaksan onu sor. Başkalarının soru sorma hak ve zamanını gasp etme!” diyor. Suret-i Haktan görünecek ya… Buna mecbur.
Bu komik oyun geç vakitlere kadar devam ediyor.
çok sayıda genç konuşturuluyor. Hemen hepsi, irticaın hortladığından, lâik cumhuriyetin tehlikede olduğundan, Atatürk ilke ve inkılaplarının çiğnendiğinden, hırsızlığın, yolsuzluğun, başını alıp gittiğinden, özellikle de özelleştirme adı altında ülkenin yabancılara satıldığından, kısacası memlekette hiçbir yararlı iş yapılmadığından bahsediliyor. Bu iddialar alkışlarla karşılanıyor.
Anlaşılıyor ki, senaryo önceden hazırlanmış. Aktörlük edecek olan gençler ayarlanmış. Bölücü sol ideolojisine göre eğitilmişler. Söyleyecekleri sözler, kendilerine ustaca ezberletilmiş.
Alkışlar, şamatalar, bazen de gülüşmelerle her biri karamsarlık, mutsuzluk, hatta, isyan ve infial ifade eden o kasıtlı sözler, tüm üniversite gençliğinin ortak fikir ve kanaatleriymiş gibi topluma yansıtılmak isteniyor. Böylece 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat müdahale ve darbelerinden önceki anarşik ortamların oluşturulması için fitne tohumları atılmış oluyor. Kimse bu sakîm ve vahîm gidişe sebep olan kişiye: “Abbas, biraz frene bas!” bile diyemiyor.
Böylesine sahipsiz bir millet olur mu? Bereket ki, kefenim boynumda diyecek kadar fedakâr, inançlı ve yiğit bir Başbakanımız var da… Masum ve mazlum halkımız onun sayesinde rahat bir nefes alabiliyor.
Yarın da başka ve daha çarpıcı bir örnekle bu konuya devam edeceğiz inşallah…
Sevgi, saygı ve dualarımızla...