Erdoğan'ın gerçek başarısı (II)
Dünkü yazımda Başbakan Erdoğan'ın gerçek başarısının Türkiye'de gerçekleştirdiği ekonomik ve demokratik dönüşüm kadar, muhafazakar kitlenin siyasal algısındaki gerçekleştirdiği dönüşümde olduğunu belirtmiştim.
Erdoğan bilinçli bir tercihle ideoloji ve devlet yerine "hizmet"i hareketinin merkezine yerleştirdi. Siyasal otorite ve devlet vurgusu yerini bireye bıraktı. Amaç bir ideolojinin hakimiyeti değil, bir toplumun refah ve özgürlüğüydü. Halkın beğenisi, halkın tercihleri, halkın iradesiydi.
AK Parti'nin amacı dindar bir toplum inşa etmek, dini bir devlet kurmak veya devleti bu karaktere uygun olarak dönüştürmek değildi. Amaç çok açıktı: Halkı özgürleştirmek, ülkeyi kalkındırmak, refah ve gelişmeyi sağlamak.
AK Parti "dinileştirmeyi" değil, "demokratikleştirmeyi" hedefliyordu. Din ve vicdan özgürlüğünün gelişmesi ya da dindar kesimlerin sorunlarının çözülmesi, genel demokratikleşme perspektifinin ancak bir parçasını oluşturuyordu. AK Parti ne örgütlenmesinde, ne oy beklediği hedef kitlede, ne de hizmet ürettiği kesimler de dindarlara kilitlenmedi. Ayrıştırıcı ve çatışmacı kimlik siyasetini reddeddi. Hareketinin merkezine tek bir etnik özelliği, dini veya mezhebi yerleştirerek, "biz ve diğerleri" ayrımı yapan bir kimlik siyaseti gütmedi. Toplumun her kesiminin her türlü sorununa demokrasi içinde çözüm üretmeye, tüm kesimlerin tüm sorunlarını siyasetinin konusu yapmaya çalıştı. İnsaf sahibi kimse "AK Parti, sadece dindarları (muhafazakarları) merkeze alan bir teşkilatlanmaya gitti, sadece onlar üzerinden siyaset yaptı, sadece onların sorunlarını çözmeye çalıştı" diyemez. Bugün yaşadığımız sorun, hükümetin altıncı yılında muhafazakar kesimin sorunlarını da belli bir mutabakat çerçevesinde siyasete taşımak istemesiyle ortaya çıktı. Birileri "siz toplumun bu kesimini görmezden gelin, yok sayın, onların meşru taleplerini siyasete taşımayın" demeye getirdi. Toplumun her kesimini muhatap kabul eden bir kitle partisinin bu kesimle de ilgilenmesinin doğal olduğu kabul edilemedi.
Erdoğan'ın yürüttüğü siyaset tarzı klikçi, hizipçi, grupçu, marjinal olmadı. Bu yüzden son dönemlerin en büyük kitle partisi ortaya çıktı. Milyonlarca üyesi olan, 16.3 milyon oy alan, Türkiye'nin her bölgesinde iddia sahibi büyük bir siyasi hareket… Kürt meselesinin, Alevilik meselesinin duyarlılıkları artırdığı bir dönemde AK Parti 80 şehirde milletvekili çıkarabildi, belediyelerin büyük bir kısmını alabildi.Bunun tek sebebi, toplumun geneline güven verebilmek ve kucaklayıcı bir siyaset tarzı izlemektir.
AK Parti bugün marjinal, hizipçi, bölgesel bir partiymiş muamelesine maruz kalıyor. AK Parti siyaseti ayrıştıcı, kutuplaştırıcı bir siyasetmiş gibi lanse ediliyor. AK Parti takiyyeci, din istismarı yapan, din devleti hedefiyle toplumu dönüştüren bir hareketmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor.
Doğrusu gerçek o kadar büyük ve açık ki, hiç savunmaya ihtiyaç hissettirmiyor… Ama asıl sorun, AK Parti'nin ortaya koyduğu siyaset tarzı yanlış gibi gösterilirse, bunun yerine daha iyisini koymanın mümkün olmamasıdır. Kimlik siyaseti, klikçi siyaset, marjinal siyaset, kutuplaştırıcı siyaset, bölgeci siyaset, etnik siyaset Türkiye'yi kucaklayamaz, birlik ve bütünlüğü koruyamaz. AK Parti'nin hem tabanını hem Türkiye'nin mevcut şartlarını olumlu yönde dönüştürmesi görmezden gelinirse, bu siyaset tarzının yerine neyin ikame olacağı iyi hesaplanmazsa hem Türk demokrasisi, hem de Türkiye karanlık bir tünele doğru itilmiş olur…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.