Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Siyasette ‘tek adam, tek isim, tek resim ve tek heykellilik’

Siyasette ‘tek adam, tek isim, tek resim ve tek heykellilik’

Turgut özal’ın ölümünün 15. yılındaki anma merasimlerinde söylenen sözler insana, ‘Kör ölür, şehlâ / süzgün bakışlı olur..’ sözünü hatırlatıyor.. Halbuki, bugün özal’ı yâd eylerken, ona aşırı övgüleri lâyık görenlerden niceleri bile, dünlerde, özal’ı ağır şekilde eleştiriyorlardı.. Onu, ailesi efradının bazı tutumları sebebiyle ‘inanç açısından laubalî, ciddîye alınamaz’ bir kimse olarak görüp, ‘merhûm’ diye anmayı bile yadırgayanlardan niceleri de bugün ona övgü yarışındaydılar. Aynı durum, Adnan Menderes için de geçerli.. Ona uzun yıllar, ‘merhûm’ dememek için direnenlerden nicelerinin, sonra siyasî gereklerle onu nasıl da yücelterek andıklarını unutmamak gerek..
Bizim kültürümüz, ne yazık ki, geçmişte sultanların/ padişah efendilerimizin ‘tek adam’lığını, ‘tek isim’liğini adetâ kutsayarak gelen bir geçmişe sahib.. Ama, en azından halkımızın geleneğinde, müslüman ölüler ‘hayır’la anılsalar da, ‘giden ağam, gelen paşam..’ deyimi de günlük hayatın tabiî bir hali olarak dillere pelesenk olmuştur.. çünkü gidenin hükmü kalkmıştır, gayri..
Kezâ, Padişah efendilerimizden hemen hepsi, kendi zamanlarında ‘milletin babası’ olarak ve hattâ -ve haşâ- ‘zıll’ullahi fi’l-arz/ Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ gibi acaib övgülere boğulmuşlarsa da, hiçbirisi, kendi kendilerini, hele de son yüzyılda nice örnekleri olduğu üzere, ‘milletin atası, babası’ gibi unvanlarla yücelttirmemişler, böyle kanunî düzenlemeler yaptırmamışlardır.. Ve ‘Cuma Selâmlıkları’nda halkın karşısında gözüktüklerinde ise, halk onlara büyük saygı ve hattâ ubûdiyet gösterse bile, resmî olarak vazifeli bir grup, o durumdan ‘nefslere gurur gelmesin..’ düşüncesiyle, ‘Büyüklenme Padişahım, senden büyük Allah var!’ nidalarıyla Padişah’ı ikaz ederlerdi.. Gerçi burada bile, sanki, ‘Allah’tan sonra Padişah gelir’ der gibi bir kıyas yolu açılsa bile, o hatırlatmanın resmen yaptırtılması yine de ilginçtir.
Saltanat’ın Cumhûriyet adını aldığı yeni dönemde ise, toplum, öyle bir ‘tek adamlı, tek isimli, tek resimli, tek heykelli’ ilkel görüntünün pençesine düşmüştür ki, bizim tarihimizde bir örneği olmadığı gibi; dünyada da -Kuzey Kore’deki Kim İl Sun diktatörlüğü hariç- bir örneği kalmamıştır.
*İNöNü’NüN NâDİR DOĞRULARINDAN BİRİSİ DE YANLIŞ ANLAŞILDI!
İsmet İnönü, M. Kemal’in ölümünden 1,5 sene kadar önce, korkunç bir hışım ile ‘Başvekillik’ten azledilen ve onun ölümünden sonra ise, beklenmiyen şekilde, -Mareşal çakmak’ın orduyu baskı gücü olarak kullanmasıyla da,- reis-i cumhûr /cumhurbaşkanı olunca.. ‘Giden ağam, gelen paşam..’ anlayışı hükmünü icra etmeye yine başlamıştı..
M. Kemal’in cenaze töreninde bulunmak üzere, Türkiye’ye gelen eski dostu ve İsviçre’deki TC büyükelçisi Yakub Kadri, cenaze töreninden sonra, işinin başına dönmeden, zamanın Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) Hasan âli Yücel’i ziyaret eder ve ona, M. Kemal hakkında yazdığı ve yayınlanmak üzere olan son kitabından da söz eder.. Yücel, Yakub Kadrî’ye, ‘Yeniden gözden geçirsen.. Biliyorsun artık Devr-i Kemal bitti, Devr-i İsmet başladı..’ der.
Yakub Kadri o zaman başından aşağı kaynar su dökülmüş gibi bir duyguya kapıldığını yazar, hâtıratında..
Ve paralara-pullara İsmet İnönü’nün resmi konulur, kanun gereğince.. çünkü, saltanatın lağvından sonra, 1925’de çıkarılan bir kanunda, ‘paralara- pullara reisicumhur hazretlerinin resmi basılır..’ ibaresi konulmuştur.. Ehh, M. Kemal’in ölümünden sonra yeni reisicumhur da İsmet İnönü olduğuna göre, yeni ‘............hazretleri’, artık odur..
Keşke o gelenek sürdürülseydi de, paralara-pullara her gelen cumhurbaşkanının resmi basılsaydı; belki o zaman ‘tek adamlı, tek isimli, tek resimli, tek heykelli bir ilkel toplum’ görüntüsünden kurtulurduk. Ama, Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelince, Celal Bayar da Cumhurbaşkanı seçildi.. Ve, M. Kemal’in son Başvekili olan ve ‘Atatürk’ü sevmek bir ibadettir..’ diyecek kadar onu ‘ikon’laştıran Mahmûd Celâl Bayar, paralara kendi resimlerinin değil, M. Kemal’in resimlerinin basılmasını sağladı.
Nasıl ki, başta Sovyet Rusya olmak üzere, bütün diktatörlüklerde Lenin’in resim, kabartma ve heykelleri her tarafı doldurmuş idiyse; Türkiye’de de aynı yol açılmış oldu.
Bugün dünya bu ilkellik görüntülerinden genel olarak temizlendi, ama bizde...
Şimdi her toplantı, tıpkı Sovyetler’deki Lenin uygulamasını hatırlatacak şekilde ‘tek adam’ın, ismi, resmi, büst ve heykelleri huzurunda yapılabilmekte.. Siyasetçiler yıllardır, CHP’yi eleştirirken, M. Kemal’in resminin paralardan-pullardan kaldırıldığı suçlamasında bulunurlar. Bu eleştiri kafilesine son zamanlarda Tayyîb Erdoğan da katıldı..
Halbuki, İsmet İnönü’nün nâdir doğru uygulamalarından birisi de bu idi..
Ve Deniz Baykal ise, ‘Ben henüz 6 aylıkken yapılmış işlerden ben mi sorumluyum?’ diyor.
çok güzel.. Amma, Baykal efendi, dünyaya yeni gelenlerin hayatını, 70 sene önce ölmüş siyasî liderlerin ilkelerine göre tanzim ederken de çalıştırsana, o mantığını..
*SINIRSIZ SEVGİ VE SINIRSIZ DüŞMANLIK... İKİSİ DE...
İnsanları sevmekte, yermekte, dost veya düşman bilmekte ölçüyü kaybetmemek gerekir.. Resul-i Ekrem (S)’den gelen bir hadis rivayetinde, ‘sınırsız dost ve sınırsız düşman olmamamız ve aksi halde, dost olduğumuzla düşman olduğumuzda veya düşman olduğumuzla da dost olduğumuzda utanabileceğimiz’ hatırlatması ne kadar öğreticidir.
Hattâ, Peygamberi/ peygamberleri sevmekte bile aşırılığa gidilmemesini tavsiye eden bir dinin mensubları, yığınla ‘efendi hazretleri’ni, ‘kurtarıcı’ları nasıl da imâl ve icâd ediyorlar!.
Bertholt Brecht’in, ‘2. Dünya Savaşı’nı Adolf Hitler çıkardı, bu doğru.. Pekiy, Hitler’i kim ortaya çıkardı?’ şeklindeki sorusu ne kadar düşündürücüdür.. Bu yığınla insanları ortaya çıkaran da biziz!. İnsan’ı, birtakım farazî sublimasyonlarla / yüceltmelerle uçurmadan/ kaçırmadan, sahib olduğu üstün insanî haslet ve fazîletlerle benimsiyemez miyiz?
‘Gulşen-i Râz’ (Sırların Gül Bahçesi) müellifi Şeyh Mahmûd-i Şebusterî, 650 sene öncelerde, kendisine bazı kişileri, ‘Filan zat, çok keramet sahibi.. Su üstünde yürüyor, havada uçuyor..’ gibi laflarla yücelttikleri zaman; ‘Suda yürüyorsa, onu ördekler de, karabataklar da başarıyor; havada uçuyorsa, kargalar da uçuyor.. Sözünü ettiğiniz kişi, kendi kalbine sefer edebilmiş midir, siz ondan haber veriniz.. Sûreten insan olanın, sîreten, derûnen ve rûhen de insan olmasından daha önemli bir kerameti yoktur..’ der..
O halde, biz de artık bu ilkelliklerden kurtulmalı, siyaseten dayatılanlara değil, kendi hür irademize göre belirlediğimiz örnek insanlara yönelmeliyiz..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi