‘Nazizm ve faşizm’in, ‘kemalizm’den ilham aldığı
‘Vakit’teki dünkü yazımda, CHP Gen. Bşk. Yard. Onur öymen’in ‘başörtüsünü Nazi ve faşistlerin üniformasına benzettiği’ne dair, Kasım Cindemir’in Washington’dan geçtiği ve Hürriyet’te yayınlanan haberi de değerlendirmişken; O. öymen’in bu konuda Vakit’e yaptığı yalanlama üzerine, yazımdaki o kısım çıkarıldı; bir iyiniyet gösterisi olarak..
Ancak, haber-yorum, dünkü gazetelerin pek çoğunda etraflıca ele alındı..
Amerikan medyasının 3. büyüğü ‘McClatchy Grubu’nun gazetelerinde, Dion Nissenbaum imzasıyla yazılan haber-yorumda, öymen’in, türbanı Hitler’in ‘kahverengi’ ve Mussolini’nin de ‘kara gömlekliler’iyle karşılaştırdığı belirtiliyordu..
öymen, adı geçen ‘Amerikan yayın grubu’na da gereken yalanlamayı yapmış mıdır?
öymen’in, ‘faşist gömleği’ benzetmesini aynen söylemediğini kabul edelim. Ancak, öymen’in başörtüsü konusunda son aylardaki sözleri de, aynı mânayı vermiyor mu?
¥
Sahi, Onur öymen veya D. Baykal, parti reklamlarında başörtülü hanımların resimlerini basıyorlar, başörtülü üyelere rozetler takıyorlar; ama, başörtüsünün kamu alanında serbest olmasına getirilen engellemeleri gidermek isteyen bir anayasa değişikliği için hemen, Anayasa Mahkemesi’ne gidip, arkasından da, aynı konuda, yönetim içindeki öteki yandaşları eliyle açılan AK Parti’nin kapatılması dâvasına alkış tutuyor ve böylece, kendilerine oy vermeyen büyük kitleleri hukuk adına cezalandırmaya kalkışıyorlar, timsah gözyaşlarıyla..
Onlar, bu gibi konularda, iki arada bir derede kalmış olmanın çaresizliği içindeler.. (Ki, M. Kemal de, kendi hedeflerine doğru ilerlerken, kendinden önce açıklama yapanlara, ‘Bunlar planımızı bozduracaklar’ diye hışımlanır ve amma, açıklanan o hedeflere birkaç yıl sonra varırdı. (Ki, 1922’de Dikmen köylülerine, Batı’cıları eleştirirken ‘Bunlar Cuma günü yerine, hristiyanlar gibi, Pazar gününü hafta tatili yapmak istiyorlar..’ diyen de o idi..)
Nitekim, yeni rejim, 1923’den itibaren adım adım hedeflerine doğru ilerliyor ve, 1925’lerde sözlüklerde ‘dinsizlik’ olarak tarif edilen ‘laisizm’, 1937’de, tek partinin (CHP’nin) temel prensiplerine (Altı Ok’una) ve Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu’na (anayasa’ya) eklenecekti.
Baykal ve öymen’ler de bugün, o ‘tek şef yönetimleri’nin yolunda olduklarını sergiliyorlar. Ama, planlarının alt-üst olmaması için, böyle temkinli konuşuyorlar..
Ağızlarındaki sakız da, ‘Anadolu halkının geleneksel başörtüsüne karşı değiliz..’ lafı..
Baykal, öymen ve hempâları sözlerine sâdık kalacaklarsa, buyursunlar. ölen askerlerin anaları, bacıları veya eşleri türban değil, genelde tülbentle örtündükleri halde, askerî mekânlara girebiliyorlar mı? Daha geçen hafta, Urfa’daki bir tören yerinden bile bir yaşlı hanımın başörtüsü, bir subay baskısıyla açtırılmak zorunda kalınmadı mı? Baykal ve öymen’lerin, tekrarlayıp durdukları ‘siyasî simge’, asıl bu zoraki başaçıklık olmuyor mu? Yoksa, o görüşler sizin değil mi? Eğer öyleyse, alınız size kendi sözlerinizden 1-2 örnek:
*14 Ağust. 2007: CHP Gen. Baş. Yard. O.öymen’in Kanal D’ye verdiği mülâkat..
‘Sn Gül’ün Cumhuriyetin değerleriyle barışık olmadığını, laiklik ilkesi başta olmak üzere bu değerlerine karşı görüş içinde olduğunu biliyoruz. (...) 2003 yılında benim ve yabancı parlamenterlerin de olduğu bir toplantıda, demiştir ki: ‘Türkiye’de bırakın gayrimüslimleri, müslümanların bile din özgürlüğü yoktur!.’ Başörtüsü konusunda yüksek yargı organlarının kararları var, uluslararası mahkemelerin kararları var ve herkes ona saygı göstermek zorunda. (...) Atatürk’ün koltuğuna oturacak insanın kimliği, geçmiş düşünceleri, bugünkü düşünceleri ve icraatı mutlaka çok yakından değerlendirilmelidir. İçki içmek içmemek gibi konularla bunları karıştırmamak lâzımdır. Atatürk içki içerdi; ama, o olmasaydı biz olmazdık!’
*19.08.07: CHP Gen. Başk.Yard. O. öymen, (M. Kemal’in annesi ve eşinin örtüsünü örnek gösteren Erdoğan’ı eleştirirken), ‘Atatürk’ün eşinin türbansız, başı açık resimlerini hiç görmemiş gözüküyorlar ve Atatürk'ün hedeflerinden birinin tesettürü kaldırmak olduğunu bilmedikleri anlaşılıyor. Yani, geçmişten örnek vermeye kalkarlarsa, çok mahcub olurlar.’ şeklinde konuştu. (Elbette, Erdoğan ve arkadaşlarının, tesettürü kaldırmak için uğraşanlara dayanarak savunma yapmasının mantıkî zaafı da, bir ayrı konu..)
21.01.08: CHP Gen. Başk.Yard. öymen, ‘Başörtüsünün Anadolu kadınının yüzyıllardan beri kullandığı geleneksel örtü ile son 20-30 yılda ortaya çıkan ve belli bir simge haline gelen türbanı birbirine karıştırmanın, bilinçli yapılan bir çarpıtma olduğunu’ söyledi.. (öymen, bu noktada, birkaç ay önce, ‘Atatürk’ün hedefi tesettürü kaldırmaktı!’ dediğini ve böylece, geleneksel örtüye de karşı olduklarını unutmuş gözüküyordu.)
O. öymen bey! Bu sözlerinizin yalanladığınız o beyanla mâna olarak çelişen bir tarafı var mı?
Kaldı ki, bu yeni değil, taa baştan beri hep böyle.. ‘Biz, o zamanlar henüz dünyada bile değildik!’ diye kaçamazsınız.. O geçmişi sahiblendiğinizde, o zulümleri ve bugüne yansımalarını da kabulleniyorsunuz demektir.. Alınız size, o geçmişten birkaç kesit:
*‘Kemalizm, otoriter bir demokrasidir; bir tarafta halk vardır, diğer tarafta Şef.. Gerek nasyonal sosyalizm (nazizm), gerekse faşizm, Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer şeklinden başka bir şey değildir..’ diyen, sizin tek parti iktidarınızın teorisyenlerinden Adliye Vekili Mahmud Esad Bozkurt idi, 1931’lerde.. Ama, o dönem, ‘nazizm ve faşizm’in lanetle değil, gücetapar bir beğeniyle kabullenildiği dönemlerdi..
Yine, Mahmûd Esad Bozkurt ve CHP’nin o zamanki ünlü Genel Sekreterlerinden Receb Peker’in, o günlerde gazetelerde, Adolf Hitler’in ağzından, ‘Benim ustam Il’Duçe (Mussolini)’dir, ama onun ustası da Mustafa Kemal'dir’ dediği gururla aktarılırdı.. M. Kemal’in en yakınlarından olan Kılıç Ali’nin ‘Atatürk'ün Hususiyetleri’ isimli kitabında yazdığı; ‘Hiç unutmam! Bir Almanya seyahatimizde (...) sefir (B. elçi) Kemaleddin Sâmi Paşa delaletiyle Hitler'le bir mülâkat esnasında o zamanlar bütün dünyanın dikkatini üzerine celb etmiş olan mağrur Hitler, ‘Bütün enerjimi Atatürk'ten alıyorum. O'nun hayatı bizim feyizli ışığımızdır’ demiştir..’ gibi cümlelerini hatırlayabilir ve nazizm ve faşizmle o iddialarınızı daha bir renklendirebilirsiniz, Onur bey.. Bunlar sizin ideolojik geçmişiniz!
İsterseniz, ünlü İstiklal Mahkemesi savcılarından Necib Ali Küçüka’nın ‘Millî Tapınaklar’ olarak ifade ettiği Halkevleri’ni, ‘Atatürk Cenneti’nin kapılarını aralayacak, ‘etrafında ateşler yanan kutsal mihrablar’ olarak ele aldığı o dönemi de hayâl edebilirsiniz..
Milletimize hâlâ da zorla kabul ettirmeye çalıştığınız ölçüler bu tezgahlarda üretilmiştir..
Biz yine de, o yalanlamanızın samimî olmasını ve ilhamınızı milletten almanızı temenni ederiz, Onur Bey..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.