AK Parti Taksim'de kimin haremini koruyor?
Siyasette başa gelebilecek en kötü şeylerden biri rakibine benzemek olsa gerek. Rakibine benzeyenin, rakibinden bir farkı kalmayanın siyasette bir iddiası da kalmaz. Diğerlerinin hizasına yerleşiverir.
Bakmayın siz uzlaşma kavramının bu kadar kutsandığına. Her şeyden önce siyaseti biraz bereketli kılan uzlaşma değil ihtilaftır. Oysa bir yanda kutsanmış bir uzlaşma etrafında söylemler döktürülürken, diğer yandan ihtilafı bir savaşa, kuralsız bir kör dövüşüne, verimsiz veya tahrip edici bir saldırganlığa indirgemiş bir anlayış işlemeye devam ediyor. üstelik uzlaşma kavramı bile yeri geldiğinde bu kör dövüşünün en kör edici kavramlarından biri olarak da kullanılabiliyor.
Rakibine benzeme tehlikesi ise bir uzlaşma temelinde olmuyor, aksine bu dövüş esnasında rakibe laf yetiştirirken, rakibin ayak oyunlarına cevap verirken giderek rakip gibi düşünmeye, onun gibi davranmaya, onun üslubunu ve düşünme tarzını benimsemeye başlamakla oluyor. İnsanın rakibi onun en büyük imtihanlarından biridir. Kuşkusuz rakibin kalitesizliği daha çetin bir imtihandır. Bu rakibin salvolarına karşılık verirken ona benzemek riskinden sakınmak için tam bir "siyasi takva" gerekiyor
AK Parti'nin iktidarda bulunduğu sürede kendi kalitesini ortaya koymak için şimdiye kadarki iktidarlarla kendini karşılaştırmaktan artık vazgeçmesi gerekiyor. Onlarla kendini karşılaştırdıkça terazisinin kefesinin kendinden yana ağır basacağından kuşku yok. Ama onlarla kendini karşılaştırdıkça onlara yaklaşma tehlikesi de vardır.
İnsan hakları ve özgürlükler konusunda bu hükümetin, geçmişteki en soldan en sağa kadarki hükümetlerle karşılaştırıldığında çok ilerde olduğu da açık, ancak karşılaştırma referansı gerçekten daha evrensel normlar olarak seçildiğinde henüz çok geride olduğunu da görmesi lazım.
301. maddede bir arpa boyu yol gidilmiş olduğunu göz ardı ederek haksızlık etmeyelim, ama AK Parti'nin bu konuda arkasına almış olduğu destek sayesinde gidebileceği mesafeyle karşılaştırıldığında, bu hiç de iyi bir yol değildir.
Kapatma davası gibi açık bir saldırıya maruz kalmış olan partinin, saldırı odaklarının çok duyarlı oldukları, ama haksızca kurum kurum kurulmuş oldukları mevzilerine bir "harem" muamelesi yapmasını anlamak mümkün değil. 1 Mayıs'ın bayram ilan edilmesi ve Taksim'de kutlanması konusunda sergilenen direnişle tam da o "harem"in korunduğunu görmüyor olması ciddi bir sorundur. Sonradan tashih açıklaması yapılmış olsa da başbakan Erdoğan'ın işçi sendikalarına yönelik "ayaklar-başlar" benzetmesi tam da AK Parti'nin iktidardayken kendisine yapılan muameleyi en olmaması gereken bir biçimde içselleştirmiş olduğunu gösteriyor. Bir tür köle-efendi diyalektiğinin kuralı çalışıyor gibi.
Kendilerini sistemin sahibi gören birileri AK Parti'li tabana nasıl davrandıysa, hatta bugün nasıl davranıyorsa AK Parti'nin sistemin diğer üveylerine böyle davranması gerçekten düşündürücüdür.
Doğrudur, DTP'liler ayıp ettiler. PKK'nın aslında, Kürtlerin sorunlarını çözmekle hiçbir alakası kalmamış olan ve sadece kendi varlığını korumak ve sürdürmek adına tek çare olarak gördüğü terör sürecini tırmandırmasına karşılık DTP'liler bu süreci politik arenada savunmayı üstlendiler. Ama ortada PKK diye bir örgüt kalmasa bile varlığını sürdürecek bir Kürt sorunu var ve bu sorun bugün DTP'lilere teveccüh etmiş bir kamuoyu çıkarmıştır. Başbakan Erdoğan'ın DTP'liler ile arasına göze batırırcasına koyduğu mesafe kendi kişilik ve anlam dünyası içinde bir yere oturmuyor. Kürt sorununu AK Parti mi üretmiştir ki, o sorunun çözümüne en yakın noktadaki konumunu bir savunma hattına dönüştürüyor?
Doğrudur, Taksim'de 1 Mayıs kutlamasında ısrar eden işçi sendikalarının tutumu soğuk savaş yıllarında kalmış bir zihnin takıntılı hallerini yansıtıyor. Taksim'de 1 Mayıs kutlamasında ısrar Taksim'in bugünkü konumundan dolayı kesinlikle haksız, "Taksim'e cami" ısrarından da daha anlamsızdır. Bunu onlar düşünemiyorlar, ama AK Parti konumundaki bir iktidarın bu konuda çok daha geniş düşünceli olması gerekmiyor mu? Bırakınız yürüsünler!
Onların yürüyüşü bırakınız 1977'de o hunharca katliamı gerçekleştiren ve bugün hâlâ aramızda itibarlı ve hatta "sistem sahipleri" gibi elini kolunu sallamaya bile gerek duymadan kurularak yaşayanları rahatsız etsin.
O odaklar değil midir bugün Ak Parti'ye karşı da iktidardaki 5 yılında 10 cuntacı-komplo teşebbüsünde bulunanlar?
AK Parti kimin haremini kimden sakınıyor?