Gannuşî’deki değişim
Tunus’ta dikta rejimine dayalı iktidarın Burgiba’dan Bin Ali’ye geçtiği dönemde Köprü dergisinin Kasım-1987 sayısında Murat Çiftkaya ve Zeki Sarıtoprak imzasıyla yayınlanan bir tahlilde—Bin Ali de devrildikten sonra geçtiğimiz günlerde sürgünden ülkesine dönen—“İslâmcı” lider Raşid Gannuşî’nin çizgisiyle ilgili olarak şu tesbitlere yer verilmişti:
“Gannuşî İran devrimine ve bugünkü İran yönetimine olan hayranlığını açıkça ifade ediyor ve ‘İran devrimi çağdaş İslâmın mucizeye yakın bir başarısıdır’ diyor.
Hattâ Sünnî Müslüman ülkelerinde İran tipi ‘kitle hareketleri’nin olmamasını, Şiî doktrinindeki din adamı sınıfının Sünnîlerde olmayışına bağlıyor. Tunus’taki durumu da bu şekilde açıklıyor. Bu anlayışın, İslâmî gelişmeyi söndürmek için bahane arayan dikta rejimine koz verebilecek unsurlar taşıması bir yana; adaleti, barışı, asayişi ve sükûneti esas alan İslâmî hizmet metoduna hayli uzak düştüğü de ortada.”
Gannuşî ülkesine döndükten sonra yaptığı açıklamalarda, kendisini Humeynî’ye benzeten yayınları cevaplarken, “Ben öyle değilim” demiş.
Onun yıllar önceki duruşundan farklı bir noktaya geldiğini ifade eden bu söz muhataplarını ikna etmeye yetecek mi, bilmiyoruz. Ama Gannuşî’nin, değiştiğini ve İran konusunda eskisinden farklı düşündüğünü ifade etmek için çok daha fazla mesai sarf etmek zorunda olduğu açık.
Çünkü özellikle siyasette bu tür keskin değişimlerin çok iyi izah edilmesi ve ilâveten, bu izahların özellikle kuşkulu bakış sahiplerini ikna ya da en azından ilzam edip, çok daha önemlisi, geniş kitlelerce de tatmin edici bulunması lâzım.
Kişinin “Değiştim” demesiyle işin bitmediğinin canlı örneklerini burada da görmüyor muyuz?
Türkiye’de yaklaşık sekiz buçuk yıldır iktidarda olan kadroların millî görüş kökünden gelmiş olmaları, onlara sırf bu yüzden şüpheyle bakanların gözünde “takiyyeci, güvenilmez” olarak görülmelerinin en önemli sebebini oluşturmuyor mu?
“Artık öyle değiliz, millî görüş gömleğini çıkardık, siyasette dinciliği reddediyoruz” söylemleri her fırsatta tekrarlansa ve bu “değişim” iddiasını ispatlamak için her türlü taviz verilse dahi, şüphe bulutlarının bir türlü dağıtılamaması ne anlama geliyor? Bu, muhaliflerindeki inadın derecesini mi gösteriyor, yoksa başka izahları da olabilir mi?
Bize göre, her ikisi de geçerli. Hem muhalifler katılıklarını daha da katmerli şekilde sürdürüyor; hem de AKP cenahından sıklıkla sâdır olan sinyaller, eski millî görüş reflekslerinin derin bir yerlerde hâlâ durduğunu ve AKP kimliği ile verilmeye çalışılan görüntünün “light millî görüş” olmaktan pek öteye gidemediğini düşündürüyor.
Şimdi “En iyi model, benim görüşlerimden etkilenen AKP” diyen Gannuşî de aynı durumda.
Kendisi için yapılan Humeynî benzetmesini neden kabul etmediğini, İran devrimiyle ilgili olarak şimdi ne düşündüğünü, eski görüşlerinden niçin vazgeçtiğini inandırıcı şekilde açıklamalı.
Eğer Gannuşî bunu yapabilirse, dikta rejiminin mağdurlarından biri olarak hayatının önemli kısmını sürgünde geçiren ve toplumun bir kesiminde hâlâ ağırlığı bulunan 69 yaşındaki bir lider sıfatıyla, Tunus’un yeniden yapılanma sürecine son derece olumlu katkılarda bulunabilir.
Ve bunu başarabilmesi için, aktif siyaset anlamındaki görevlerden de uzak durup, gelişmelere fikirleriyle ışık tutarak istikamet vermeye çalışan bilge bir mütefekkir ve rehber konumunda kalması, herhalde çok daha isabetli bir tercih olur.
Bu bağlamda, devlet başkanlığına aday olmayacağını açıklamış olması önemli. Aslında aynı tercih, “Devrimde rolü olanların taleplerini karşılaması halinde geçiş hükümetinde görev alabilirim” diye açıkladığı husus için de geçerli olmalı.
Gerçi Tunus’un karşı karşıya olduğu şartları onlar bizden çok daha iyi bilmek durumundalar.
Ama biz bu vesileyle, prensip olarak, dindar kimliğiyle öne çıkan öncü şahsiyetlerin aktif siyasetin dışında kalmasının daha doğru olduğu görüşümüzü yine kaydetmekte fayda görüyoruz.