Cumhuriyet'in siyahı ve beyazı
Yıl 1924. Arkası kesilmeyen savaşlardan çıkmış yorgun, yoksul, yaralı bir ülke.
13 milyon nüfusun on milyonu köylerde yaşıyor. Hükümetinin bütçesi 120 milyon lira.
Bin kişiden birinde telefon var.
On kişiden birinin okuma yazma bildiği ülkede, günlük gazete sayısı 40.
Mayıs'ın yedisinde mevcut gazetelere bir yenisi ekleniyor. Adı: Cumhuriyet.
Kurucusu, o yılların ünlü gazetecisi Yunus Nadi.
***
TRT Haber'de yayınlanan Siyah-Beyaz adlı belgesel bu bilgilerle başlıyordu.
Perşembe akşamları ekrana gelen yapımın birkaç bölümü yayınlandı; tamamı 6 bölüm.
Metin yazarı Cem Yavuz, yapımcı Yasemin Sökmen, yönetmen İsmail Sert.
***
Yunus Nadi, gazetenin sunuş yazısında şunları yazar:
"Cumhuriyet, sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur. Cumhuriyet, demokrasi fikir ve esaslarını bozan, yıkan ve yıkmaya çalışan her kuvvetle mücadele edecektir. Memlekette her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için gazetemiz bütün varlığıyla çalışacaktır. Memlekette halkın, halk tarafından, halk için idaresi, bizim idealimizdir.
Ve yalnız bu idealin esiriyiz. Başka bir kuvvetin değil."
***
O gün "Vay canına" dedirtecek bu idealist söylem, daha sonra "Hadi canım sen de"ye döndüyse, kabahat bu durumu tespit edenlerin olmasa gerek.
Danışmanlığını Okay Gönensin'in üstlendiği belgeseli hazırlayanların ne tür zorluklarla karşılaştıklarını merak ettim ve yönetmene sordum. İsmail Bey, "Cumhuriyet nüfuz edilemez duvarlar içinde bir gazete. Kimse gazete üzerine konuşmak istemiyor. Kamera kapalı iken herkes neler söylüyor neler" dedikten sonra tespitlerini şöyle anlattı...
***
Gazeteyi ilk sayıdaki manifestosu ekseninde analiz ettik. Ve siyah-beyaz oluşunu anlamış olduk daha çok. Daha doğrusu öyle bir gazete çıktı karşımıza.
Serbest Fırka'yı önce destekliyor, sonra sert biçimde üzerine gidiyor. Nazım Hikmet için özellikle öyle. Ulusalcı döneminde hakaret ediyor. Sonrasında tamamen Nazımcı çizgide.
Demokrat Parti'ye önce saldırıyor, sonra taraftar oluyor. 27 Mayıs döneminde yeniden aşağılıyor. Tabii en büyük siyah beyaz'lığı manifestosuyla arasına koyduğu mesafe... Başlangıçtaki manifestodaki demokrasi vurgusu ne kadar beyaz ise, sonraki yıllardaki tavırları fena halde siyah.
***
Aslında merkez gazete olma şansı varmış Cumhuriyet'in. Ciddi, halktan ve demokrasiden yana bir gazete olarak, tirajının küçüklüğüne rağmen etkin bir gazete olarak, basında öncülük yapabilirmiş.
Bu şansı kaybetmiş, onunla birlikte Türkiye de bir parça kaybetmiş aslında.
İdeolojisinden o kadar emin ki; tartışmıyor, ikna etmeye çalışmıyor. Sadece dikte ettiriyor.
İhbar ediyor, suçluyor.
Sofistike bir tarzı, zihin açan, düşmanını da kendisini geliştirmeye zorlayan bir yanı yok.
Ya da şunu söyleyeyim: Okuyucularını yetiştiren bir gazete değil. Okuyucularının dar korkularına, kapalı zihinlerine, durgun düşüncelerine mahkûm olmuş bir gazete.
En çok şaşırdığım, ideolojik bakışındaki katı ısrarcılık.
Son yılların Cumhuriyet'ini bir ay boyunca izleseniz, bunu açıkça görürsünüz.
***
Tirajı artırmak için Türk basınında ilk promosyon veren gazete de Cumhuriyet'ti, ilk güzellik yarışmasını yapan da.
1929 başında gazete, batıda gördüğü bir yeniliği ülkemize getirmenin heyecanı içindeydi...
"Türkiye'nin en güzel kadını acaba kimdir? Türk kadınları Avrupa ve Amerika kadınlarından daha az mı güzeldirler? Hayır! Öyle ise bizim memleketimizde niçin böyle bir müsabaka yapılmıyor?" deyip kolları sıvadılar ve bir güzellik yarışması düzenlediler.
***
Yarışmadaki kızların üzerinde yürüdüğü devasa yazı işleri masası, yıllar sonra hurdaya gitmiş.
Keşke masa kalsaydı...
Masa da masaymış ha!
İster yazı işleri toplanısı yap, ister podyuma çevir, üstünde kızlar yürüsün.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.