İslam'ın, bütün ilahî dinlerin kemâlini oluşturduğu, nasıl bilinmez?
Konya-Selçuk Üni. İlâhiyat Fak. İslam Felsefesi kürsüsünden Doç. Şahin Filiz hakkında, bir tv. proğramına ‘izinsiz katıldığı’ gerekçesiyle YÖK tarafından disiplin koğuşturması başlatılmasını yeni YÖK Başkanı Prof. Özcan durdurmuş.. İyi de yapmış..
Herkesin görüşünü ortaya koymak için yığınla teknolojik imkanın bulunduğu hele de bugünkü gibi bir zaman diliminde, bir öğretim üyesinin, bağlı olduğu Fakülte Dekanlığı’nca ve medyada izinsiz olarak görüş açıkladığı gerekçesiyle hakkında koğuşturma yapılması, disiplin sağlamak adına, işin hangi trajik-komik merhalelere vardırılabildiğinin göstergesidir.
Ancaaak, bu soruşturmaya, Doç. Filiz’in sözlerinden rahatsızlık duyulması üzerine başvurulduğu anlaşılıyor.. Çünkü, Filiz, bir tv. proğramında,‘Yahudi geleneğini inceledim. Yahudilerde, ‘Başörtüsüz kadınlar iffetsizdir, namussuzdur. İffet ve namusun korunmasının ölçüsü baş örtüsüdür. Baş çirkindir, örtülmesi gerekir. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır’ denilir. Yani, yahudi geleneği direkt olarak İslam’ı etkilemiştir. Yoksa İslam’da başörtüsü kesinlikle söz konusu değildir.’ demiş imiş..
İlginçtir, Prof. Özcan’ın o konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada başka noktalar da var.. Diyor ki Prof. Özcan: ‘Filiz Bey’in konusunda sadece izinsiz gitme yok.. Biraz kural dışı durumları olan bir öğretim üyesiymiş.. Kendisi de bana, ‘Ben Ramazan’da oruç tutmam..’ dedi. Onun oruç tutmaması; beni hiç alâkadar etmez, kimseyi de etmez diye düşünüyorum.. (Ama,) Üniversitede böyle birkaç aykırı davranış üst üste gelirse bakışlar değişiyor, negatif enerji topluyor.’
Şimdi, İlahiyat Fak. İslam Felsefesi kürsüsünde öğretim üyeliği yapan bir kişinin bu gibi iddiaları, ilim adına söylenmiş gibi göstermesine öğrencilerin veya diğer öğretim üyelerinin saygı göstermesi gerekir mi? Prof. Özcan’ın sözünü ettiği negatif enerji de bu değil midir? Öyle bir bilim adamı, en azından, nerede, kime ve hangi sıfatla ders verdiğini ve bunun muhtemel tepkilerini gözönünde bulundurmalı değil midir?
Ş. Filiz’in sözlerinde bazı gerçekler de vardır.. Çünkü, hem bütün tarih dönemleri boyunca, insanların en ilkel şartlarda yaşayanları bile, sadece iklim şartları gereği olarak değil, fıtrî bir ahlâkî davranış gereği olarak örtünme ihtiyacı hissettiklerini sergilemişlerdir.
Efendim, yahudilikte de vardı, örtünme.. Öyleyse, ‘yahudilikteki bu anlayış, İslam’ı etkilemiştir, yoksa İslam’da böyle bir örtünme emri yoktur!’
O zaman, belirtelim ki, örtünme emri Hristiyanlıkta da vardı. Nitekim, (’Korinthos’lulara..’ mektubun 11. bâbında bu hususta, ‘…Bilmenizi isterim ki, (…) Başı örtülü olarak dua -yahut, elçilik/ mübelliğlik- eden her kadın, başını küçük düşürür.. (…) Siz kendi nefsinizde hükmedin.. Kadının Tanrı’ya örtüsüz olarak dua etmesi yakışır mı?’ denilir..
Bu gibi benzerliklerden yola çıkarak, ‘Aaa, müslüman olmayanlara benzemeyelim..’ diye, fıtratın gereğine aykırı bir yol mu takib etmeliyiz?
Evet, örtünme, insan’ın selîm fıtratıyla ilgili bir konudur.. Hattâ bu durumun, bazı hayvanların genlerinde bile, bir içgüdü halinde planlandığı görülmektedir.
Bütün ilahî/gerçek peygamberlerin getirdikleri ‘din/şeriat ve kitab’larda, hattâ, zerdüştlük ve diğer bütün beşerî irade kaynaklı olduğu kabul edilen dinlerde /yaşayış tarzlarında da çeşitli örtünme şekilleri vardı..
Biz, bütün ‘enbiyaullah’ın/ ilahî peygamberlerin eliyle insanlığa sunulan dinlerin aslının İslam olduğuna iman etmiyor muyuz? Ve, onların dinlerinden, birtakım bozulmalara rağmen, bazı doğruların kalmış olması mümkün değil midir? Ve hristiyanlık ve yahudilikten önceki binlerce yılın içinde de, nice peygamberler gelmemiş midir? Ve Kur’an-ı Kerîm, bir peygamber gönderilmeden hiçbir kavmin helâk edilmediğini bildirmiyor mu, bize?
Hatırlayalım.. Daha önce de, Muazzez İlmiye Çığ adında -ve 95 yaşında olduğu için, ne dediğini bilmemesi muhtemel- bir ‘hititolog, sümerolog’ prof. da, ilk çağlarda, uygunsuz-ahlâksız kadınların da başlarını örttüklerini söylüyor ve buradan hareketle, günümüzdeki iffet sembolü hanımların örtüleriyle, onlara benzedikleri gibi çıkarımlara ulaşmaya çalışıyordu..
2500 yıl öncelerde, antik Yunan mitolojisinin yazarlarından Euripides’in ünlü trajedyası Elektra’da da, ‘kocasından başkası için süslenen bir kadın nasıl namuslu olduğunu söyleyebilir?’ deniyor ve ‘kadınların başkaları tarafından cazib görülen güzelliklerinin sergilenmemesi gerektiği’ hatırlatılıyordu..
Kaldı ki, sadece kadınlar için değil, erkekler için de birtakım sınırlamalar vardır.. Tamamen çıplaklık, balta girmemiş ormanların derinliklerinde dünyadan kopuk ve hayvanlarla iç içe yaşayan sûreten insan, çok ilkelleşmiş kavimlerin ve de tabiî olmak adına, çıplaklığı medeniyet gibi göstermek isteyerek, çıplaklık kampları kurmaya çalışan, tamamiyle ifsada uğramış olanların tavrıdır.. Bunun dışında, hemen bütün dinlerde ve yaşayış tarzlarında giyim, temel mes’elelerden birisi olarak daima ön plandadır..
Yani, örtünme, sadece iklim şartlarına karşı bir savunma şekli değil, bir hayat anlayışının dışa vurumudur.. Bunun içindir ki, hemen her insan, kıyafetini, şahsiyetinin vazgeçilmez bir parçası olarak kabul ve ona müdahale edilmemesini taleb eder..
Ancaak, burada dikkat çekici bir diğer nokta daha var: Örtünmenin diğer dinlerle bağlantıları konusunda mantıken de tutarsız olan o iddiaları ileri süren Doç. Filiz, ‘Türban mikro-faşizmin kaynağıdır’ da buyurmuş imiş..
Ancaak, kendisine bir İlahiyat Fakültesinde yer bulan ve prof. olmak için yıllardır beklediği bildirilen bu kişi, inançlarına göre örtünmek uğrunda mağdur edilen onbinlerce genç kıza, laik/kemalist istek ve zevklere göre hareket etmeleri için baskı yapanların o tavrını da ‘faşizm’ olarak niteleyebilmiş midir? Ama, onlarırahatsız etmeyecek, hattâ bir de memnun edecek laflar edebilir, elbette.. Üstelik de, ‘ilâhiyatçı akademisyen’ sıfatıyla böyle bir şey söylendi mi, bütün laik çevreler memnun olur ve prof’luk da çabucak gerçekleşebilir..
Prof. Ali Fuad Başgil, 45-50 yıl öncelerde, ‘İlâhiyat Fakülteleri’nin varlığına rağmen, ‘Yüksek İslam Enstitüleri’ kurulması gerektiğine dair rapor verirken, ‘İlâhiyat Fakültelerinin ‘din araştırmacısı’ değil, ancak ‘din tenkıdçisi’ yetiştirebileceğini’ yazmıştı.. Ve geçen sene, ‘İlâhiyat Fakülteleri’nde ‘ateist’ kimselerin bile öğretim üyesi olduğu açıklanmamış mıydı? ‘İlâhiyatçılık’ adına, İslam’ın özüne saldırmaya kalkışanlar karşısında, kitlelerin, hattâ sağlıksız savunma tepkilerine tutunması da tabiîdir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.