‘Kutsal’ karşıtları, sahiden de ‘dua’sız mı?
USA Başkanı Bush, kendisinin başlattığı ‘Ulusal dua etme ve nefs ile mücadele günü’nde bu günün ‘Dünya Dua Etme Günü’ olarak kutlanmasını istemiş ve ‘Bu, inançlı insanların dünya çapında aynı anda Tanrı'ya şükretmesi için bir fırsat olur’ ifadesini kullanmış; ‘7 yıllık başkanlık döneminde, özellikle de 11 Eylül saldırılarının sıkıntılarını dua ederek atlattık ve bununla kuvvet ve inanç bulduk..’ demiş.. İlk planda, bize sıcak gelebilecek bir çağrı.. Ama, unutmayalım, o zâlimin, o dualardan aldığı güçle, Afganistan, Irak ve Filistin’de bir ve sırf Müslüman olduklarından dolayı bir milyondan fazla insanı katlettiren kişidir..
Bu açıdan, hemen, “Adamların ‘irtica’ diye bir saplantıları yok.. Bizdeki laikler ibret alsın..” diyeceklerdir. Burada bir yanlışlık var.. çünkü, dua etmeyen insan yoktur.
Dua ve iman, tıpkı ekmek, hava ve su gibi, her insan için en zarurî ihtiyaçlardandır.. En ‘ateist’ olanların bile, kendi iç dünyalarına dönüp, mahiyetini bilmedikleri, tarif edemedikleri bir derunî güce sığınıp, onun kendilerine yol göstermesini istemelerini müşahade etmek hemen daima mümkündür. Laiklerin dua etmediğini sananlar, onların kendilerine ‘resmî ideoloji’den bir ‘inanç’, hattâ bir ‘ikon / put’ oluşturduklarını göremiyorlar demektir..
Evet, onlar da kendi dinlerine göre, ‘pozitivizmin kurucusu’ August Comte’un ‘La Religion d’Humanité’ (insanlık dini) adını verdiği uydurma dinde olduğu gibi, mâbedler, ibadetler, dualar düzelttiler. Her türlü ‘kutsal'a karşı savaş’ açıp, hattâ türbeleri bile yasaklayanlar, yeni bir ‘kutsal’ ve bir ‘laik tekke’ oluşturmadılar mı? Ki, her dar zamanlarında, içinde mumyalı cesed bulunan bir mezara koşup meded umuyor ve ona ârızâlar sunuyorlar, söz veriyorlar..
Bush, kendi zulüm mekanizmasınının, kapitalist-materyalist sisteminin iyi işleyebilmesi için, inancı bir ‘yağdanlık’ olarak kullanıyor da, bizdeki materyalistler, ‘laik’ler de, özü itibariyle ‘ateist’ olan sistemlerinin iyi işlemesi için, milletin inancını yağdanlık olarak kullanmıyorlar mı? çünkü onlar da biliyor ki; dua, en güçsüz ve çaresiz kaldığını hissettiği anda, insana, sığınacağı bir liman, dayanacağı bir güç bahşetmektedir..
¥
Linç veya İsyan Psikolojisi: ‘1 Mayıs kutlamaları’ için illâ da ‘Taksim Meydanı’ diye tutturulması ve bunun engellenmesi üzerine birkaç bin kişinin önlerine çıkan her şeyi tahrib edip, güvenlik güçlerine karşı, âdetâ savaş verir gibi bir manzara sergilemeleri, neyse ki; can kaybı olmadan atlatılan bir acaib ‘bayram’ oldu. Böyle bayramlar olmaz olsun..
Bayramlar bir mücadeleden, bir imtihandan zaferle çıkılması üzerine insanın kendi ruhunda hissettiği sevinç duygularını paylaştığına inandığı diğer insanlarla birlikte kutlaması ve böylece, topluma adrenalin verilmesine vesile olan kavram veya zaman dilimleridir..
Peki, bu ‘1 Mayıs’ neyin zaferi oldu? Yoksa, öyle bir ‘bayram’ ki, yeni zaferini ilân etmek için korkunç bir mücadele ve çılgınlığa girme şeklindeki durum mu?
Ancak, kitle psikolojileri böyledir.. İnsanlar tek tek ferd halinde olduklarında asla yapamayacaklarını, ‘sürü psikolojisi’ çılgınlığına kapıldıklarında, ortaya bir sosyal tuğyan hali çıkar ve karşısına çıkan her şeyi tahrib etmeyi marifet bilen bir anlayış..
Nitekim, linç hadiseleriyle sonuçlanan bazı sosyal hadiselerin dehşet verici sahnelerini izleyenler, o hadiseleri barbarlık olarak nitelemişken, sonra onun içinde kendilerinin de bulunduğunu görünce o çılgınca eylemlere nasıl katıldıklarını dehşet ve hayretle izledikleri görülmüştür.. Buna ‘linç psikolojisi’ denir ki; ‘isyan psikolojisi’ de böyle işler..
Şimdi, şu son gösterilere katılanlardan nicelerine de aynı yöntem uygulansa herhalde, utanacaklar ve o meydana gelen tahribattaki rolleri yüzünden belki de utanacaklardır bile.. çünkü, artık o noktada, bir ‘akıl tutulması’ ve iradelerin iptal edilip, reflektif hareketlerle çılgınca bir tahrib ve saldırının seline kapıldığı bir vandalizmin devreye girdiği görülmektedir.
Umulur ki; işçilerin, ezilmiş kesimlerini haklarını elde etme adına yapılan bu çılgınlıkların, yüzbinlerce dar gelirli insanın ekmeğinin biraz daha küçültülmesine hizmet edildiği, kompradorlara, ensesi kalınlara hiçbir şey olmadığı anlaşılır.. Sadece İstanbul’daki maddî hasarın en az 1 milyar YTL (yaklaşık 700 milyon dolar) olduğu bildiriliyor.. Yani, T.C.’nin IMF’ye olan borcunun onda biri.. Şimdiki iktidarı yıpratmayı hedef alan ‘oligarşik dikta’ sahibleri, ‘derin devlet’, ‘taife-i laicus’ ya da, ‘sosyetenin zakkum çiçekleri’ mi çekecek bu fakirleşmenin bedelini; sermaye veya sendika ağaları mı? Yoksa, dar gelirliler mi?
¥
Beşer tarihindeki en büyük sapıklık: Kavmiyetçilik.. : Bugün (3 Mayıs) bir kavmiyetçilik ideolojisinin günüymüş.. ‘Dişi kurt Asena’nın önderliğinde, demir dağlarını eriterek Ergenekon’dan çıkıldığı masalına dayandırılan bir kavmiyetçilik cereyanının günü..
Bütün insanların, temelde, Hz. âdem’le Havva’dan, aynı ana-babadan olduğuna inanan insanların, sonra da, ‘Ama, biz maddî cevher olarak ötekilerden üstünüz..’ diye kendilerinde bir üstünlük vehmetmeleri, ne korkunç bir ‘akıl tutulması’ ve ‘efsane esareti’dir..
Arabçılık cereyanının en güçlü uygulayıcı liderlerinden Cemâl Abdunnâsır’ın yakın çalışma arkadaşı Hasaneyn Heykel hâtırâtında, İngiliz eski Başbakanlarından Antony Eden’ın Nâsır’la görüşürken, ‘Benim üniversitede bir teori olarak ortaya attığım Arab kavmiyetçiliği görüşünün, bugün böylesine güçlü bir uygulayıcı elinde, hayat sahnesine geleceğini tahmin edemezdim, hayranlıkla izliyorum..’ dediğini nakleder..
Osmanlı’nın kendisini çöküş eğilimine kaptırdığı son yüzyılında, şeytanî çengelin, büyük kitle olarak kabul edilen ‘türk’lere atılmasını deneyen emperyalist güçlerin, daha çok da, Türk kavminden bile olmayan insanları kullandıkları görülmüştür. Leon Cohen’in 1860’larda yazdığı, ‘Gökbayrak’ isimli kitabının bu alanda, cepaneliği tutuşturulan kıvılcım olduğu açıktır.. Sonra da, ‘Pandora'nın Kutusu’ açılmış, içinden yılanlar, çıyanlar, akrepler fırlamış ve İslâm öncesi Türk kavimleri üzerine uyduruk destanlar ve masallar üretilip bunlardan meded umulur hâle gelinmiştir. Bu saçmalıkların, kendi karşı kutbunu, ‘ötekileri’ni de üretmesi kaçınılmazdı. Nitekim, Arnavutçu, Arabcı, Kürdçü, Farsçı, Boşnakçı, Azerîci, özbekçi, Peştuncu, Belûccu, vs.. versiyonları da kaçınılmaz olarak ortaya çıkacaktı..
Bu arada, nice Müslüman düşünce adamlarının bile, ‘Hz. Peygamber (s.a.v) Arab kavminden olduğu için..’ diye Arabları yükselttiğini unutmayalım.. Halbuki, merhûm Muhammed İkbal ise, ‘Hz. Peygamber’in Arab olması dolayısıyla, Arab’ı diğer kavimlerden yükseltenler İslâm’ı anlayamamıştır’ diyordu. çünkü, Kitabullah bize, ‘inne ekremekum indallahe etkâkum..’ (Sizin en üstün olanınız, Allah’tan en çok sakınanınızdır) buyuruyor; insanlar arasında, farklılık ve üstünlüğün ancak, iman, takvâ ve fazîlet açısından olduğunu bize öğretiyor. Kezâ, ‘Vedâ Haccı Hutbesi’nde de, ‘Ey insanlar, hepiniz Beni âdem’siniz (âdemoğulları’sınız), âdem ise topraktandır..’ denilmiyor muydu? Müslümanlar, her türlü kavmiyetçiliği reddetmelidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.