Emek ve siyaset
Hükümetin 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasına karşı sergilediği uzlaşmaya kapalı tutumun anlaşılmaz olduğunu söylemiştik. Taksim'de bir kutlama veya miting konusunda korkulan ne ise böyle bir kutlamaya izin verilmediği halde yine başa gelmiş oldu. Bütün İstanbul'da yollar yine tıkandı veya tıkanmadıysa bu İstanbullunun olabilecekleri tahmin ederek evinden çıkmaması sayesinde oldu, provokatörler yine işbaşı yapıp Taksim yakınlarından bir iç savaş görüntüsü vermeyi başardı.
Engellemenin anlamsızlığı böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu. Provokasyon ihtimalinden bahsediliyorsa bu mitingin başka bir meydanda yapılması halinde de bu ihtimal ortadan tamamen kalkmazdı.
Bu, tabii ki olayın hükümet cephesine düşen ayıbıdır, önce bunu teslim edelim. Zaten başbakan Erdoğan 1 Mayıs gününün akşamında “sendikaların bu kadar ısrarlı olduklarını bilseydik Taksim'i açardık” şeklinde ifade ettiği olup bitenlere anlam veremeyen tepkisi bu konuda yaşananın sadece bir değerlendirme eksiğine dayandığını gösterdi. Taksim'in metafizik bir duvarla siyasete kapanmamış olduğunu gösteren umut verici bir tepkidir bu.
Ancak olayın bir de sendikalar boyutu vardır ki, bu Türkiye'de sendikacılığın durumuna dönüp bir daha bakmak için iyi bir vesile oluşturuyor.
Şuradan başlayabiliriz mesela: 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanmasına atfedilen anlam her ne ise bunun işçilere nasıl bir faydası olduğu işçiler için bunun ne için vazgeçilmez olduğu hangi cümle veya argümanlarla anlatılabilir? İşçiler için bu kadar vazgeçilmez olan bir şey neden sadece son iki yıldır talep edilmekte ve neden son iki yıldır hükümet ile bir-iki sendika arasında bu talep bir gerilim konusu olmaktadır?
Geçtiğimiz yıl, üstelik 27 Nisan e-darbesine maruz kalmış demokrasinin can derdinde olduğu en sıcak günlerin ortasında 1 Mayıs'ta Taksim'e zorla ayak basmaya çalışan işçi sendikalarının, şehir gerillası kılığındaki destek kıtalarıyla vermekten çekinmediği görüntüler hangi filmin bütünlüğüne monte edilecekti acaba?
Tabii ki emeğin münhasıran, sadece emek sorunlarına gömülü kalması gerekmiyor, ülkenin bütün sorunlarıyla ilgilenmesi de beklenebilir, ama Allah aşkına demokrasinin topyekûn rafa kaldırılmasının düşünülebildiği bir ortamda emeğin nelerle meşgul olduğuna dönüp bakmak gibi bir sorumluluğu da yok mudur?
Neden bu emek hareketleri son 10-15 yıldır her seferinde demokrasiye karşı dolaylı dolaysız darbelerin destek kıtaları gibi ortaya çıkıveriyor?
28 Şubat sürecinde “mahşerin beş atlısı” olarak sınıfsal muhalifleri olan sermayeyle aynı hizada darbecilere desteğe koşmuştu bir kısım işçi sendikaları. O gün emek sürecine karşı büyük bir borcun altına girmişlerdi sendikalar. O ağır borç halen ödenmemiş olarak duruyor. Tabii ki toplumun dinamikleri değişkendir. Bu sene olmayan bir sorun pekâlâ yarın birden bire ortaya çıkabilir ve bu sorun toplumsal-demokratik tepkilerin meşru yollardan ortaya konulmasını gerektirebilir. Ama Allah aşkına emek konusunda reel göstergelerin bir sene öncesine nazaran emek hareketinin bu tarz hırçınlaşmasını mazur kılacak kadar daha kötüye gittiğini kim söyleyebilir?
Emek hareketi kutsaldır. Ama bu kutsallığın içi boşaltılarak içine her türlü istismarın doldurulabileceği bir fetişizme kurban verilmemelidir. İşçiyi temsilen girişilen mücadelelerde talep edilen şeyin bir parça da olsa emekle ilgisi olması gerekir. Sendikalar emekle her türlü organik ilişkilerini koparacak tarzda emekle hiçbir ilgisi olmayan taleplere takılıp kalarak ne emeğin güçlenmesine ne de ülke siyasetinin gelişmesine yardımcı olurlar. Aksine işçi haklarıyla doğrudan ilgili olmayan fetiş-ideolojik taleplere takılıp kaldıkça ciddi bir temsil sorunuyla karşılaşacaklardır.
Açıkçası, öncelikli misyonu emeği ve demokrasiyi güçlendirmek olan işçi sendikalarının 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması talebinde iki yıldır bu şekilde ısrar etmesinin emeğe somut bir faydası yoktur. Dahası bu konuda ısrarlı olan sendikaların son zamanlarda işçinin durumunu iyileştirme hususunda sergilediği bir başarı yok. Sosyal güvenlik konusunda bile ufukları hükümetin yürüttüğü programın çok gerisinde kalıyor. Bir tür görevsiz kalma tehlikesini bertaraf etmenin yolu olarak sembolik-ideolojik alana dalıyorlar.
özellikle DİSK Taksim'de miting talebi üzerinden kendine emekle sınırlı olmayan, metafizik boyutları olan bir kimlik inşa etmeye çalışıyor. İnşa ettiği kimlik siyaset yapmaya veya siyasal alanı güçlendirmeye değil, aksine sadece siyaset sürecinin işlemesini zorlaştırmaya yarıyor.
üstelik bütün hesabını adeta kabul edilmeyeceğine göre yapmış, hükümetin bu konudaki değerlendirme hantallığını da fırsat bilmiştir.
Muhtemelen hükümet siyasetin bereketine güvenip bu talebi kabul etmiş, Taksim'i gösteriye açmış olsaydı sonuçta siyasete karşı işleyen bir sabotaj zincirini çok daha kolay kırmış olurdu.
Siyasetin öyle ânları vardır ki tavizi alan değil, veren kazanır.