‘Oligarşik dikta’ mı çaresiz, Tayyîb Erdoğan mı; yoksa, iki
1- Bir askerî darbeye kalkışılması halinde, uluslararası hukuka göre de legal olan Hükûmet’in, onları dünya kamuoyuna ‘isyancı’ olarak tanıtıp emekliye sevketmesi gibi, alışılmamış ve son derece riziko’lu bir yolun denenebileceği, ‘27 Nisan 2007 Muhtırası’ndan sonra anlaşılınca... Ve Hükûmet, buhranın çözüm adresi olarak halkın iradesini gösterip, seçim yolunu açınca..
2- 22 Temmuz seçimleri, -em. Gen Rızâ Küçükoğlu’nun seçim sonrasında bir tv. kanalında itiraf ettiği üzere- o mâlum güç odakları üzerinde, bir ‘hava bombardımanı’ etkisi yapınca...
3- Bu seçim sonuçları üzerine AK Parti’nin kapatılması düğmesine basılmış ve, - Hükûmet’in ve Cumhurbaşkanı’nın mevcud anayasaya göre dokunamayacağı, azledemeyeceği- Yargı gücü eliyle bir ‘hukuk darbesi’ tezgahlanması yoluna başvurulmuştur..
çünkü, daha fazla gecikme, ‘derin devlet’, ‘gizli iktidar’ ve sair ‘egemen güç odakları’nın, ‘oligarşik dikta’nın her şeylerini yitirebilecekleri gibi bir korkuyu da uyandırmıştır. Mes’ele, basit bir siyasî mes’ele ve hele AK Parti’yi kurtarmak veya kapatmak mes’elesi hiç değil; bir halkın ‘elit-zorba’larla mücadelesidir.. Herkes kendi yerini buna göre belirler..
İddianâme’nin, seçim sonrasındaki 7-8 aylık dönemin ‘irticaî eylemler’den değil, 15 sene öncelerdeki söz veya davranışlara dair rivayetlerden de beslenmesi, bunun bir delilidir..
4- Fiîlen egemen olan ‘oligarşik dikta’ güçleri, AK Parti’yle kesinlikle hesablaşmak kararındadır. Bu ‘dikta’nın siyaset sahnesindeki baştemsilcisi olan Baykal’ın ‘şeriatin kestiği parmak acımaz.. Şeriatı değil, parmağı fedâ edersiniz!’ sözü, bu kararlılığın belgesidir. O sadece, halkın iradesi yoluyla bertaraf edemeyeceğini anladığı siyasî rakibini bertaraf etmek için çırpınan birisi değil; ‘oligarşik dikta’nın sürmesi için çırpınan bir ‘demokrat’tır! Ve arkasında da, son 200 yıldır, milletin inancına karşı mücadele veren güç odaklarının, hele de son 100 yıllık ‘İttihad’çı çetelerin desteği vardır.. Bu süreçte, ‘hukukun üstünlüğü’ gibi cilâlı laflara inanmak, safdillik ve işbu ‘taife-i laicus’ çetesinin yapısını bilmemek olur.
5- Bu taife, her şeyi göze almıştır, çünkü her şeyi kaybedebileceğinin korkusu içinde ve kurtarabileceği şeyler olabileceği umudundadır.
6- Anayasa Mahkemesi, iddianâmenin içine, Cumhurbaşkanı’nı bile almakla, ‘kemalist laisizm’in ‘sezerist’ versiyonunu nasıl izleyeceğini göstermiştir..
7- AK Parti içinde, anayasa’yı değiştirmekte zorlanacağa benzemektedir. çünkü, değiştirme için gerekli olan 330 rakamından 8-9 üye fazlasına, kırılgan bir sayıya sahibdir.. Ki, 1-2 m.vekilinin mırın-kırın ettikleri görüldüğü gibi, A. Latîf Şener de, kendisine yakışmayan bir siyasî kurnazlık peşinde, ‘anti-Tayyib’ci cebheye selâm çakıyor gibi bir hava yansıtmaktadır.
Mes’ele sadece siyasî dalavere olarak görülse, ‘Bize ne?’ denilebilir, ama, mes’ele başkadır..
8- Anayasa’da değişiklik yapılabilirse, Anayasa Mahkemesi’nce bunun da ibtal edilmesi kuvvetle muhtemeldir.. Bir referandumun ise, ülkede sadece AK Parti ve CHP kutubları arasındaki bir oylamaya değil; dahası, toplumda, ‘laik/anti-laik’ sürtüşmesine dayanması ihtimali de vardır.. Kezâ, bir ‘erken seçim’in kararı alınsa, o zaman, Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’nin seçimlere katılmasını önlemek yolunda karar alması da sözkonusu..
9- Bugün için sadece mevcud sistem ve ‘oligarşik dikta’ değil, Tayyîb Erdoğan da köşeye sıkışmış gözüküyor. Ama, âdetâ, ‘her takdirin üstünde bir takdir’, ‘bir Asıl Hesab Sahibi vardır’ teslimiyeti içinde, panikleme görüntüsü vermeksizin, hukukî tedbirler almakla yetinmekte ve uzlaşma arayış ve çabalarından haklı olarak uzak durmaktadır., çünkü, kim ile, niçin ve nasıl uzlaşılacaktır? Birtakım siyasî muamelelerle ve diplomasideki ‘kazan- kazan’ taktiğiyle mi? Bu ‘muamele’ler Tayyib Bey’i belki bugün için kurtarabilir; ama, milletin kalbindeki yerini de tahrib eder; milletin aldığı mesafelerin de heba olmasına yol açar..
10- Sahne yıkılacak olursa, bunun altında kalacak olan sadece AK Parti ve Tayyîb Erdoğan olmayacağından, sorumluluk, bir siyasî muamele bekleyen MHP’yi ve hattâ ülke bütünlüğünü de ezer-geçer.. Bu noktada, inisiyatif, MHP’nin elindedir, o sadece kendisini arada ezilip gitmekten değil, ülkeyi de ‘çıkmaz’dan kurtarabilir, ama, birtakım siyasî manevra hesablarıyla hareket etmez ve Bahçeli’nin 23 Nisan’da yaptığı gibi, DTP’ye tekrar el verirse.. Cellâdlarına bile gülümseyip el sıkışabilen Tayyib Bey de, -bazı generallerden başka- herkesi rahatsız eden, ‘DTP’yle el sıkışmam’ şeklindeki mânasız inadından vazgeçmelidir.
*AFERİN, YENİ TüRKMENİSTAN LİDERİNE!
Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov, geçen sene ölen selefi Safer Murad Niyazof’un, başkent Aşqâbâd’ın merkezindeki bir kulenin tepesinde ve hep güneşe bakacak şekilde döner bir kaide üzerinde bulunan dev altın heykel’i kaldırtma kararı almış..
Berdimuhammedov’u, ‘Türkmenistan’ın İsmet İnönü’sü’ gibi niteleyebilir miyiz?
İ. İnönü de daha mâkul bir gelenek oluşturabilecek şekilde davranmıştı, 1938’den sonra ve M. Kemal’in yerine kendisini oturtmuştu, resimlerde, paralarda, pullarda.. Zamanın Maarif Vekili (Eğit. Bak.) H. âli Yücel’in deyimiyle, ‘Devr-i Kemal bitmiş, Devr-i İsmet başlamıştı!’ Sonrasında da başkaları gelir-giderdi.. Böylece, hiç değilse, ülke, ‘tek isim, tek resim ve tek heykel’li olmak gibi bir çağdışılıktan kurtulabilirdi.. Ancak, İnönü’den sonra 3. C. Başkanı seçilen Celâl Bayar, İsmet İnönü’yü kendi şahsiyetiyle dengeleyemiyeceğini düşündüğünden olmalı ki; onun karşısına, ‘Seni sevmek bir ibadettir..’ diye yücelttiği M. Kemal’i oturttu ve onu kanun zoruyla korunan bir kişi durumuna getirdi. Böylece, M. Kemal’in, tarihteki yerini bir insan gibi almasının yolu tıkandı; ‘ikon’laştırıldı, tartışılamaz bir ‘laik kutsal kişi’ oldu.
Türkmenistan’daki gelişmeler, belki de bize örnek olmak yolunda.. Aferin Berdimuhammedov’a..
*Ama, bizdeki gelişmeler daha da bir traji-komik boyutlara ulaşıyor..
Nitekim, bu haberin hemen ardından, Ankara’dan ulaşan bir haber utanç verici bir komik trajediyi yansıtıyordu. çünkü, Hakan Şükür isimli futbolcunun geçen hafta bir maç için, ‘Kutlu Doğum Haftası’na yakışan bir maç olsun.’ temennisinin bile, laik cenahta meydana getirdiği dehşet havasının giderilmesi için, ‘H. Şükür’ün mensub olduğu kulüb üyelerinin, ‘Anıtkabir’e bir ‘şükür’ ziyareti yaptığı’ bildiriliyordu, dünkü Hürriyet’te, büyük manşetle..
Buna ‘tevriye san’atı’ denilir.. Hem ‘H. Şükür’ün protesto edildiği gibi bir mâna vardı; hem de, ‘şükür ziyareti’ diye, daha çok dinî terminolojiye aid bir deyim kullanılıyordu.. Ziyaretçiler, ‘anıt-mezar’daki deftere, ‘Biz her ahval ve şerait içinde, bize çizdiğin laik ve çağdaş yoldan asla ayrılmayacak; gaflet, dalalet ve hıyanet içinde bulunma cüretini gösterenler karşısında ilke ve devrimlerinin bekçisi olacağız! Sen rahat uyu!’ diye yazmışlar.
Bu mesajları, -E. Ardıç’ın da zaman zaman yazdığı üzere- sanki hitap edilen kişi duyacakmış gibi..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.