Kıştan bahara 100. yıl
Üç yıl önce İkinci Meşrutiyetin 100. yılını idrak etmiş ve o çerçevede Bediüzzaman’ın meşrutiyetle ilgili fikirleri ekseninde Türkiye’deki demokratikleşme sürecini tahlil etmeye çalışmıştık. Ve bu vesileyle, onun görüşlerinin, geçen bir asırda yaşanan gelişmelere de, bugüne de, yarına da ışık tutan bir güç ve derinliğe sahip olduğunu tekrar görmüştük.
Gerçekten, Said Nursî’nin o günlerde yazdıkları, söyledikleri ve yaptıkları, son derece önemli.
Meselâ meşrutiyetin ilânının üçüncü günü İstanbul Sultanahmet Meydanında ve ardından Selânik’te irad ettiği “Hürriyete hitap” nutku ile farklı gazetelere yazdığı makaleler, halen de geçerliliğini koruyan tazelikte fikirler ihtiva ediyor.
Keza ertesi yıl 31 Mart olayını takiben çıkarılıp haksız ithamlarla yargılandığı ve beraat ettiği Divan-ı Harb-i Örfî Müdafaasında anlattıkları da.
Bu müdafaayı okuduğumuzda, onun meşrutiyeti şeriat namına alkışlayıp sahip çıkan görüşlerini sadece nazariyatta bırakmayıp, ulemadan medrese talebelerine, gazetecilerden şark aşiretlerine, askerlerden hamallara ve meb’uslara kadar, toplumun farklı kesimlerine ulaştırmak için aktif ve dinamik bir çaba gösterdiğini görüyoruz.
Bir sonraki yıl ise “sahaya inip,” evvelce çektiği telgraflarla meşrutiyet ve hürriyet hakkında bilgilendirdiği doğudaki aşiret mensuplarıyla doğrudan diyaloglar kurarak ve onların her konudaki sorularına cevaplar vererek yola devam ediyor.
Münâzarât isimli eseri, bu diyalogların ürünü.
Onu takip eden yıl ise, Bediüzzaman Şam’daki Emevî Camiinde, İslâm âleminin temel sorunlarını teşhis ve tahlil edip Kur’ân eczanesinden çareler sunduğu hitabe ile yeni bir açılım yapıyor.
İçinde 100 âlimin bulunduğu on bin kişilik bir cemaate yapılan bu konuşmanın muhtevası son derece ilginç. Orada emperyalistlerden, işgal ve istilâ edip sömürgeleştirdikleri İslâm beldelerinden söz ederek “direniş” mesajları vermek yerine, Müslümanları bu hale düşüren kendi iç meselelerini sorgulayıp çıkış yollarını gösteriyor.
“Ümitsizlikten kurtulmak için Kur’ân’ı iyi anlayın, aklınızı doğru kullanın, bilime sahip çıkın, dünyadaki değişimi kavrayın, özünüze bağlı kalarak çağın gereklerine uyum sağlayın, yalanın her çeşidinden kurtulun, doğruluk ve sadakatten ayrılmayın, husumetlere son verip muhabbeti hakim kılın, hayatın her alanındaki istibdat ve tahakküm tezahürlerine son verip hürriyetlerin önünü açın, her meselenizi meşveret ve şûra ile halledin” gibi önemli tavsiyelerde bulunuyor.
Bediüzzaman’ın 1950’den sonra bizzat Türkçeye çevirip tekrar neşrederken “Bu ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, Camiül Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaîdir” (Eski Said Dönemi Eserleri, s 315) diye takdim ettiği Hutbe-i Şamiye’deki mesajların, tüm İslâm dünyasının baş döndürücü değişimlere sahne olduğu şu günlerde çok daha dikkatli bir şekilde tahlil edilmesine ihtiyaç var.
Tıpkı Hürriyete hitap nutku, meşrutiyet ve hürriyeti anlattığı makaleleri, Divan-ı Harb-i Örfî Müdafaası ve Münâzarât’taki cevapları gibi...
Dikkat edilirse bu eserler, 1908’den itibaren peş peşe gelip birbirini takip eden yılların ürünü.
1908’de Hürriyete hitap ve makaleler, 1909’da Divan-ı Harb-i Örfî, 1910’da Münâzarât ve 1911 yılında da Hutbe-i Şamiye. 1908’i başlangıç alırsak, onun 100. yılının dolmasıyla başlayan yeni bir asrın şahitleri olarak, bu eserleri, adeta yeni yazılmışlar gibi, ama geride kalan 100 yıldaki olayları dikkate alarak yeniden okumamız lâzım.
Bunu yapar; her bir eseri hem kendi bütünlüğü içinde, hem de birbirini tamamlayan bir zincirin halkaları olarak aralarındaki irtibatları kurmak suretiyle okuyabilirsek, zihnimizdeki birçok düğümün çözüldüğünü, soruların cevap bulduğunu, karşı karşıya olunan girift meselelerden çıkış yollarının açıldığını görecek ve rahatlayacağız.
Üçüncü yılını tamamlamak üzere olduğumuz yeni yüzyıla dair ümitlerimiz de kuvvetlenecek.