Libya’dan Suriye’ye
Otobüsümüz Şam’a doğru yol alırken, kongre katılımcılarından, yol arkadaşımız Müfit Yüksel, Suriye’de de olayların patlak verdiğini ve ölenler olduğunu bildirdi.
Ertesi gün Emevî Camiini ziyaretimizde karşılaştığımız Hataylı okurlarımız, söz konusu hadiselerin orada Cuma hutbesi okunurken cereyan ettiğini, güvenlik güçlerinin protestoculara çok sert karşılık verdiğini, her bir eylemciye neredeyse on polisin müdahale ettiğini ve olup bitenlere anbean bizzat şahit olduklarını anlattılar.
Dönüş yolunda da, bu defa ülkenin güneyinde çatışmalar yaşandığının haberini aldık. Bunlar da, bir gün önce ölenlerin cenazesinde çıkmıştı.
Tunus’ta başlayıp Mısır’da devam eden, Yemen ve Bahreyn gibi ülkeleri etkileyen ve kanlı çatışmalarla Libya’ya sıçrayan karışıklıkların Suriye’ye sirayet etmesi, beklenen bir gelişmeydi.
Acaba son olaylar bunun ön işaret ve habercisi olabilir mi; şimdilik birşey söyleyebilmek zor.
Temennîmiz, diğer İslâm ülkelerinin de, Suriye’nin de, baskıcı yönetimlerden demokrasiye barışçı yöntemlerle geçmesi ve bu sürecin masum insanlara zarar vermeden tamamlanması.
Aslında Suriye, Beşşar Esad’ın başa geçmesinden beri bu sürecin sancılarını yaşıyor. Esad’ın, babasından hayli farklı ve ılımlı imajıyla bu değişim için gayret gösterdiği, ama derinlere kök salmış sistemden kaynaklanan engelleri aşma hususunda ciddî şekilde zorlandığı ifade ediliyor.
Esad, pusuda ve tetikte bekleyen derin güçlerle, değişim gereğinin arasında sıkışmış vaziyette.
Bir tarafta, Hama’daki İhvan-ı Müslimîn katliamı gibi inanılmaz vahşet örneklerine imza atmış olan Rıfat Esad gibilerin fırsat kollayan sinsi bekleyişleri; diğer tarafta demokrasi, hukuk ve özgürlük gibi değerlere hasret Suriye halkı...
Esad’ın bu ikilemden kurtulup kendisini de, halkı da rahatlatabilmesi, statükoyu zayıflatacak açılım ve reformları başarmasına bağlı. Bunu yapamazsa, nerede ne zaman nüksedeceği belli olmayan öfke patlamaları, şu an için öngörülemeyen sıkıntılı sonuçları beraberinde getirebilir.
Ve Şam rejimini, dillere destan meşhur “muhaberat” ağına dayanan asker-polis gücü de kurtaramayabilir. Onun için, işler kontrol edilemez noktalara varmadan, gereken açılımlar yapılmalı.
Erdoğan’ın Cidde’deki konuşmasında “Esad’ı da uyardım” demesi, bu bağlamda muhtemel gelişmelere karşı bir ön alma yaklaşımının ve ileride “Biz söylemiştik” diyebilme zeminini oluşturma niyet ve iradesinin bir ifadesi olabilir mi?
Mâlûm, Başbakanın Suriye Cumhurbaşkanı ile sık sık verdiği “çok samimî” görüntüler var. Son dönemdeki “vizeleri kaldırma” sürecinin ilk adımı da Suriye ile atılmış ve ayrıca iki ülke arasında ortak kabine toplantıları dahi başlatılmıştı.
Aradaki yakınlık bu derece gelişmişken, yarın Suriye iç karışıklıklarla sarsılan bir ülke haline gelirse, Türkiye’nin durumu da sıkıntıya girer.
Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan böyle bir ihtimale karşı “Ne olur ne olmaz” diyerek pozisyon alıyor.
Tabiî, gönül arzu eder ki, iki ülke halkı arasında yıllardır hasreti çekilen kucaklaşma yolunda çok sevindirici ve ümit verici noktalara gelinmişken, bu süreç, kanlı çatışmalar ve iç kargaşalarla kesintiye uğratılmasın ve sabote edilmesin.
Ve Suriye, baskı rejiminin biriktirdiği sorunları kansız, kavgasız, barışçı bir süreçle aşabilsin.
Sonuç olarak, her halükârda Bediüzzaman’ın “Eski hal muhal; ya yeni hal, ya izmihlâl” sözünde ifadesini bulan o çok müthiş ve çarpıcı gerçek, Suriye için de geçerli. Değişim, bu ülke için de kaçınılmaz bir gereklilik. Bu değişimin olumlu çizgide doğru bir hedef istikametinde yönetilmesi ise, idarecilerin göstereceği basirete bağlı.
Şam gezimiz sürerken Batılı güçlerin operasyonuna hedef olan Libya’da olup bitenler, hem Suriye, hem de diğer Arap ülkeleri için yeni ibret dersleriyle dolu. Hiçbir lider, koltuğunu bırakmamak için kendi halkına katliam yapmakta bir beis görmeyen Kaddafi’nin; hiçbir ülke de halihazırdaki Libya’nın durumuna düşmemeli.