Sanal ilişkiler
Genç bir anne gece uyuyamadığından yakınıyordu. Bir sıkıntınız mı vardı, diye sordum. Bahçesindeki sebzeleri sulamak için kalkmış, bir daha da uyuyamamış. Garibime gitti. Bildiğim kadarıyla oturduğu apartmanın bahçesi öyle pek de sebze meyve ekmeye müsait değildi. Hadi diyelim heves etmiş bahçenin bir köşeciğini ekmiş. Gündüzü kurt mu yemişti de, gece yarısı karanlıkta korkmadan, üşenmeden bahçeye iniyordu(!)?
Meğer bu toprağına ayak bastığımız, çiçeğine yaprağına ellerimizle dokunduğumuz, taze yeşillik kokusunu içimize çektiğimiz bildiğimiz kadim bahçelerden değilmiş. Bilgisayarın başına geçip tuşlara dokunduğunuzda karşınıza çıkıveren ekran bahçelerindenmiş.
Nasıl iştir diye, merak ettim. Sanal çiftçiliğin özellikle hanımlar tarafından pek rağbet gördüğünü öğrendim. Düpedüz sanal sektör oluşmuş. Tarlalar, bahçeler büyütülüyor, ürünler ve çiftlik hayvanları alınıp satılıyor. Tabii bu dolaşım sanal ilişkiler üzerinden gerçekleşiyor.
İşin tuhafı gerçekte olmayan bahçelerin, ürünlerin susuz kalacağı kaygısı gerçekti. Acaba, dedim içimden, sanal dünyalara harcadığımız insani hassasiyetlerimizi gerçek hayatımızdan mı çalıyoruz?
Bilgisayar oyunları küçücük çocuklardan kocaman insanlara, pek çok kişiyi sanal çekim gücünün esiri etmiş durumda. Program yapımcıları beynin hangi fonksiyonlarını keşfetmişlerse bu oyunlar adeta büyü etkisiyle insanları bilgisayar bağımlısı haline getiriyor. Harcanan zamana ve zihni yorgunluğuna kimse aldırmıyor. Daha da önemlisi hayatımızdan neleri silip süpürdüğü hususunda düşünmeye zaman kalmıyor.
Reşitlerin bahanesi, bu tarz oyunların stres attırıcı olması. Sanal âlemler olsa olsa sanal streslere çare olur. Kısacası olmayan dünyaların kandırmaca dilini de biz oluşturuyoruz.
Kapitalizm bütün ürettiklerini, getirisini götürüsünü test etme fırsatını tanımadan, bir an önce paraya dönüştürme hırsıyla hayatımıza sokuyor. Bizler de hazırlıksız yakalanıyoruz. Televizyon kanallarının sayısının artmasına da hazırlıksız yakalanmıştık, cep telefonlarının yaygınlaşmasına da. Sivil mimarimizin insanı merkeze alan inceliğini gökdelenlerin göz alıcılığına kurban verdik. Topluma nasıl yararlı olabilir, zararları nasıl bertaraf edilebilir, diye hiç bir ön çalışma yapmadan gelene buyur ediyoruz.
İnsanoğlu ateş evinin tam ortasına düşmeden uyanamıyor. Ufak sıkıntılara tahammül edemeyip çözüm diye daha vahim sıkıntılara davetiye çıkarıyoruz. İstanbul’da yeni gelişen sitelerin birinde çocuklar için düzenlenmiş küçük park alanının zeminin kum oluşu bazı anneleri rahatsız etmiş. Zemine plastik tuğlalar döşenmesini istiyorlarmış. Sebep de çocukların üstü başı kirleniyormuş. Kumun kirinden ne olacak, muslukta kumunu akıtır, atarsın makineye olur biter. Ama çocuğundan toprakla muhataplığı esirgersen bilgisayar manyağı olmasına kendi elinle yol açarsın. Beton yığınlarının ruhumuzu da betonlaştırması bu olsa gerek.
Eğitimci bir tanıdığım, ailesiyle iletişiminin olmadığından şikâyet eden gence hiç mi konuşamıyorsunuz, diye sormuş. Yalnızca ağabeyimle anlaşabiliyoruz, demiş. Anlaşma aracı komik ve düşündürücü: Aynı apartman dairesinde odalar arası çetleşerek
Her yeniliği insanlık adına kazanç kabul etme yanlışına düşmeden önce düşünmek lazım. Mesele fıtrata uygunluğun dilini bulmakta.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.